Pazar, Mart 25, 2012

haftanın şarkısı 84 : lana del rey - blue jeans





küresel ısınma deyin ne derseniz deyin
eskisi gibi yağmıyor işte yağmur.
özellikle büyük kriz zamanındaki
yağmurlar geliyor aklıma.
kuruş para yoktu ama bolbol
yağmur vardı.
öyle bir gece veya bir gün
değil,
7 gün ve 7 gece
yağardi
ve memleket'in yağmur ızgaraları
bu kadar çok yağmuru emebilecek
şekilde yapılmamıştı
ve yağmur kalin
ve kararli
ve düzenli yağardı
ve damlaların çatılara çarpışını
oradan da oluk oluk
toprağa akışını duyardiniz
ve dolu,
büyük buzdan kayalar
patlayan
oraya buraya saçılan havada uçuşan;
ve yağmur
kısaca
durmazdi
ve bütün çatılar akardı -
evin her tarafına
tencereler,
kapkacaklar serilir
tip tip sesleri bütün eve yayılırdı;
ve kaplar boşaltılır,
boşaltılır
ve tekrar boşaltılırdı.
kaldırımların üstünden geçerdi yağmur,
bahçelerin içinden; ve merdivenleri tırmanıp
evlere girerdi.
el bezleri vardı, banyo havluları,
ve yağmur genelde
tuvaletlerden girerdi: köpüre köpüre, kahverengi, küçük girdaplarla
ve külüstür arabalarla dolu olurdu sokaklar
güneşli bir günde
marş basmayan arabalarla,
ve işsiz adamlar
sanki canlılarmış gibi duran o eski arabaların
can çekişmelerine bakarlardı
pencereleri önünden;
işsizler,
yenik bir zamanın yenik insanları
hapsolurdu evlerine
karıları ve çocukları
ve kedi köpekleriyle.
kediler ve köpekler
dışarı çıkmamak için diretir
evin garip garip yerlerine
pisliklerini bırakırlardı.
işsiz adamlar
bir zamanlar güzel olan karılarıyla
evde tıkılıp kalmış olmaktan
çıldırırlardı.
korkunç tartışmalar yaşanırdı
haciz ihtar mektupları
kondukça posta kutularına.
yağmur ve dolu, bezelye kutuları,
yavan ekmekler; kızarmış
yumurta, rafadan yumurta, haslanmış
yumurta; fıstık ezmesi
sandviçleri, ve her tencerede
görünmez bir tavuk.
babam, kesinlikle iyi biri olmayan babam
her yağmurda, en iyi ihtimalle,
annemi döverdi,
kendimi üzerlerine atardım,
bacaklar, dizler,
çığlıklar
ta ki
birbirlerinden
ayrılana kadar.
'geberticem seni, ' bağırırdım 'bi' kez
daha vurursan ona öldürürüm seni! '
'çabuk bu orospu çocugunu
çıkar burdan! '
'hayır, oğlum, annenin
yanında kal! '
evet, bütün evler kuşatma altındaydı
fakat sanırım bizim evdeki dehşet
ortalamanın üstündeydi.
ve geceleri
uyumaya çalıştığımızda
yağmur yağmaya devam ederdi
ve karanlıkta
suların odama girmemesi için
cesurca direnen penceremden
ayın yağmur sularıyla bulanık
görüntüsünü seyrederken
nuh'u hayal ederek
ve gemisini
tekrar oluyor galiba
diye düşünürdüm.
hepimiz düşünürdük
bunu.
ve sonra, birdenbire,
dinerdi yağmur.
galiba hep
sabaha doğru
5,6 sularında dinerdi,
huzur çökerdi her yere,
ama tam bir sessizlik değil
çünkü hala devam ederdi
tip
tip
tip
sesleri
ve sonra sis ve duman
dağılırdı
ve sabah 8'de
gözleri kamaştıran sapsarı bir güneşışığı
düşerdi yeryüzüne,
van gogh sarısı -
çılgın, kör edici!
ve ardından
sağanaktan kurtulan
çatı olukları
güneş altında
genleşmeye başlardı:
peng! peng! peng!
ve herkes kalkıp dışarı bakardı
hala yağmuru içine çeken
bahçeler
hiç bu kadar yeşil olmamış
bir yeşil içinde
ve kuşlar
bahçelerde
deli gibi cıvıldayan kuşlar,
7 gün 7 gecedir
yere konup da
adamakıllı bir şey yiyememiş
tohum yemekten
bıkmış kuşlar
solucanların
toprak üstüne çıkmasını beklerlerdi,
yarı boğulmuş solucanların.
kuşlar solucanları önce topraktan çekip
havaya kaldırır
sonra da midelerine indirirlerdi;
karatavuklar ve serçeler olurdu.
karatavuklar serçeleri uzaklaştırmaya
çalışır
ama serçeler,
açlıktan delirmiş,
daha küçük ve çabuk,
kendi paylarını
kotarırlardı.
erkekler verandada durur
sigaralarını içerlerdi,
şimdi kapı kapı dolaşıp
büyük olasılıkla hiç bir kapı ardında
bulamayacakları bir
iş arayacaklarının,
büyük olasılıkla çalışmayacak arabalarını
çalıştırmaya uğraşacaklarının
bilincinde.
ve bir zamanlar güzel olan
karıları
banyoya girer
saçlarını tarar,
makyajlarını yapar,
dünyalarını tekrar
biraraya getirmeye çalışırlardı,
onları saran korkunç mutsuzluğu
unutmaya çalışarak,
kahvaltı için
ne hazırlasam diye
telaşlanarak.
ve radyo
okulların
açıldığını söylerdi.
ve
ardından
işte ben
yine okul yolundaydım,
yollarda kocaman
su gölcükleri,
tepemde yeni bir dünya gibi
güneş,
evde annemler,
okula
zamanında vardım.
bayan ögretmen bizi
'bugün tenefüs yok,
yerler çok ıslak'
diyerek karşıladı.
çocuklar 'aof'
bağırdı bir ağızdan.
'fakat tenefüs saatinde
çok farklı birşey
yapacağız, ' dedi,
've çok zevkli
bir şey! '
hepimiz merak ettik
bu çok zevkli şeyin
ne olduğunu
ve o iki saat
bayan ogretmen
dersini anlatmaya
devam ederken
bir türlü geçmek bilmedi.
küçük kızlara baktım,
çok tatlı ve temiz ve
dikkatli görünüyorlardı,
uslu ve dik
oturuyorlarken sıralarında
ve saçları
sabah
güneşi altında
çok güzeldi.
sonra tenefüs zili çaldı
ve hepimiz eğlenceyi
beklemeye koyulduk.
ardından ögretmen sınıfa seslendi:
'şimdi ne yapacağız
biliyor musunuz, birbirimize
yağmur sağanağı sırasında
neler yaptığımızı anlatacağız!
en ön sıradan başlayıp
arka sıralara doğru devam edeceğiz!
hadi ufaklık, sen başla! ...'
ve hepimiz
hikayelerimizi
anlatmaya başladık, gözlüklü cocuk başladı
ve herkes sırayla kalkıp devam etti,
ve sonra farkettik ki
hepimiz yalanlar söylüyorduk, tamamen
yalan sayılmaz ama
çoğunlugu yalandı
ve oğlanlardan bazıları pis pis
gülmeye başladığında kızlar onlara
kötü bakışlar fırlattı ve
bayan ogretmen 'tamam! ' diye bağırdı
'tam bir sessizlik istiyorum!
siz merak etmeseniz de
ben
neler yaptığınızı
öğrenmek istiyorum! '
böylece biz de hikayelerimize
devam ettik
ve hepsi de hikayeydi.
bir kız gökkuşağı
ilk çıktığında bir ucunda
tanrı'nın yüzünü
gördügünü söyledi.
bir tek hangi ucu olduğunu söylemedi.
bir oğlan oltasını
pencereden sarkıtıp
bir balık yakalayıp
kedisini
beslediğini söyledi.
hemen hemen herkes
bir yalan uydurdu.
gerçek
fazla acı
ve utandırıcıydı.
sonra zil çaldı
ve tenefüs bitti.
'teşekkür ederim, ' dedi bayan
öğretmen, 'hepsi çok
hoştu.
yarına kadar
yerler
kurur ve
kullanılabilecek
hale gelir.'
çocuklardan bir
gürültü koptu.
küçük kızlar
dimdik ve uslu
oturuyorlardı,
çok tatlı ve
temiz ve
dikkatli,
saçları dünyanın bir daha
asla göremeyeceği bir güneşin
ışıkları altında
çok güzel
görünüyordu.
son.

Çarşamba, Mart 21, 2012

şirinler ve milli mücadele




Geçen sabah işe gitmek için hazırlanırken daha doğrusu ayılmaya çalışırken flash tvde yalçın küçük'ü aramaya başladım. Aramam neticesiz kalsa da o civarlarda bir kanalda maviş ufakliklari, şirinleri yakaladim.. ulen ne delicesine severdim şirinleri eskiden.. trt gap izleyip "ari kovanlarini 20 metre araliklarla..." muhabbetlerinin arasındaki skeçlerde "koyumuzun yolunu imece usulu yaptik" primitif bir sosyalizm hayranligi ile yaşarken şirinler vaha gibi gelirdi..

ama şimdi büyük adam akliyla düşününce şuna kanaat getirdim ki bu sirinlerin cümlesinin işleri gücleri degersizdir.. tamamen bir "zeroes" durumu.. "merakli","tembel","süslü" tamam şirin de, senin gargamel'e karşı haklı mucadelende sirinlige ihtiyacin yok ki arkadas! senin "keskin nişanci şirin"'e ne bileyim efendim "mayın döşeyici şirin","bubi tuzagi sirin" e falan ihtiyacin var.. o gargamel denilen, doyumsuz ibine (ki kendisi istese bin tane, milyon tane daha şirin yapabilir) eni konu "gözlüklü şirin" in içlerinde bulundugu, tamamen bi boka yaramayan yeteneklere sahip 100 biemedin 200 tane "şirin" e yeniliyor..

yapmayin allaskina! buna benim diyen insan güler..

hayir düsünsenize, milli mücadeleyi yapiyoruz boyle.. karşıda gargamel timsali "trikopis" olsun, bizim ordu da "şakacı ismet","somurtgan fevzi","hayalci mustafa","obur refet","uykucu rauf" dan olussun.. allaskina akil var mantik var, kim kazanır? zilyon tane bölüm, şu dandini şirinleri kedisiyle beraber gargamel'e karşı zafere koşturuyorsun be arkadas.. yuh! yaziklar olsun yemin ediyorum. bunlari izledik biz..

(somurtgan fevzi)

Böyle milli mucadele yapilmaz arkadaş, böyle yenilmez emperyalist gargamel.. Ha tabi yarının nesilleri memleti namusait vaziyette bulduklarinda somurganlik yapacaklar, süslenecek, şaka yapacaklar.. böyle böyle giriorlar bilinç altına..

Salı, Mart 20, 2012

bir zamanlar tanıdığım biri




dünyanın en güzel şarkısı.. net..

arada sırada bana kazık attığın zamanları düşünüyorum
nasıl da her seferinde kendimi sorumlu hissettirmiştin
ama ben bu şekilde yaşamak istemiyorum
her söylediğin lafın altında anlamlar arayarak
vazgeçebileceğini söylemiştin
hani sadece bir zamanlar tanıdığın birisine takılıp kaldığını görmeyecektim

ama beni böyle kesip atmak zorunda değildin
hiçbir şey olmamış gibi davranmamalıydın
sanki hiç olmamışız gibi
üstelik aşkına ihtiyacım bile yok
ama bana yabancı gibi davranıyorsun
bu da zoruma gidiyor
bu kadar alçalmak zorunda değildin
arkadaşlarını gönderip plaklarını aldırdın
üstüne de numaranı değiştirdin
bütün bunlara hiç gerek yoktu
artık sadece bir zamanlar tanıdığım birisisin

Pazar, Mart 18, 2012

gezi yazısı

acaip özeniyorum gezi yazılarina.. ben de isterdim bi blog açayim orada sandaletli seyyah gibi şuralara gittik, buralarda kaldık, şunları yedik diyeyim.. ama işte türlü nedenlerden dolayı gidemiyoruz bir taraflara.. hoş gezmek bana göre olan bir şey değil ama orası ayrı. ama yine de gezi yazısı yazmaya çok öykündüm arkadaş.. ben de gittiğim, gezdiğim nacizane yerlerden birini yazayım istedim..

haftanın şarkısı 83 : nükhet duru - sevda





yil 1985 veya 1986dir.. baris manco 7 den 77 ye herkesi pazar sabahlari televizyonun karsisina oturur. boyoz kokar baris manco'nun sesi bir izmirliye.. sonra aksam olunca, adile nasit yatirirdi bizi kuzucuklarim diye.. bir gün uur demisti de dünyalar benim olmustu gereksiz bir sekilde.. yil baslarinda zeki müren'in sesiyle mutlu olurduk.. 80'lerde vakit cok sacma bir sekilde akiyordu. ya da bize cok ama cok büyülü geliyordu. işte o günlerde bir film cikmisti.. bas rollerinde ahu tugba ve tarik tarcan.. büyük adada mi geciyordu film, yoksa ayvalikta mi bilmiyorum..(büyük adada geciyormus, az evvel baktım da.. faytoncuymus hatta tarik tarcan) ama tarik filmin basindan sonuna kadar ahu'ya nükhet duru'nun sesinden soyle diyordu:

saclarin alev gibi
gozlerin ruya gibi
guzelsin hayallerle suslenen cennet gibi

tarik tarcan günes batarken siluetini gosterip, arkada bu sarkiyi bize dinlettigi zaman, yani o zamanlar hayrani oldugumuz herkes yasiyordu.. cem karaca türkiyeye donmus muydu bilinmez ama attila ilhan şiir yazmaya devam ediyordu.. cemal süreya vardi en harbici yeni rakinin dibinde.. safiye ayla'nin tipi ile dalga gecilirdi de asla sesi ile dalga gecemezdi kimse.. hikmet simsek pazar sabahlari klasik müzik ogretirken bize, sabri bey sabri bey olmadan evvel, mehmet akan adiyla teyzem filminde oynuordu..

insan hayran oldugu insanlari birer birer özlüyor.. elinde degil.. sonra durup düsünüyor da :

ne kadar istesem de
ne kadar yok desem de
hayalin dunku gibi dolasir yuregimde

diyveriyor bi kenarda.. sonra birden tüm bu yitirip gittigi, bir kez bile tanisamadan yokolan insanlara üzülmeyi birakiyor.. cünkü aci daha somutlasiyor.. daha yakina geliyor.. acinin yüzü beliriyor.. biyigiyla, kasiyla, gozuyle gülüsüyle baba oluyor birden.. soktugumun hayati bir sekilde devam ediyor.. kimse 5 yasinda kalir misin diye sormuyor.. tanju artik gol atmiyor, ugur futbolcu güzeli secilmiyor.. cimbom diye bagirip babanin kucagina ziplanmiyor.. gozlerden goz yaslari süzülüyor birer birer.. ama nükhet sarkiya devam ediyor:

sevda sevda
unut onu dinsin gonlumde firtina
sevda sevda
degmez ona aglamaya

nasil degmez ya? neye deger ki o zaman aglamaya?


nikhet duru - sevda

Cumartesi, Mart 17, 2012

gelin güvey


olur da bir gün benim tüm geçimsizliğime, çocukluğuma, annemin babamın aynı tavirlarina katlandığı gibi katlanacak kadar beni seven birisi çıkar, sonra pat diye alırsa beni diye, ve bir şekilde bu blogu da okursa, ben muhtemelen "onun" hayalindaki düğünü yapacağım için bunu söyleyemem ama bilinsin ki, ben resimdeki gibi bir damat olmak istiorum.. (cümlenin uzunluğu yüzünden özür dilerim.. şöyle özetlemek isterim.. 1. geçimsizim.. 2. annemin babama davrandığı gibi davranacak birisi ariorum 3. bana katlanacak kadar beni sevecek olan daha doğrusu 4. kizin hayalindeki düğün esas olandır 5. kendi isteklerimi gerekirse söylemem bile)

bir de aşağıdaki gibi bir silindir şapkayla olayıbitiririz..

karı gibi düğün kiyafeti gösterdiğime de inanamiyorum bu arada..

Perşembe, Mart 15, 2012

erkeklik




13 yillik erkekligimde bazi seyler ogrendim efendiler.. yeni baslayacaklar için yardimci olmak adina siralamak isterim

1- hic bir sart altinda iki erkek ayni semsiyeyi paylasamaz

2- eger 3 pisuvar ve 2 erkek varsa ortadaki pisuvar bos birakilmalidir

3- erkekler yanniz alttaki sartlara gore aglayabilirler;

i)patronlarinin arabasina carptiklarinda
ii)mükemmel sevisen bir kadin tarafindan terkedildiklerinde
iii)tuttuklari takim avrupa sampiyonu oldugunda
iv)angelina jolie 40 santim ileride buluzunun dugmelerini actiginda

4- eger bir erkegi 24 saatten uzun süre taniyorsaniz kiz kardesi sonsuza kadar radariniz disindadir. ancak evlenebilirsiniz

5- bir erkege dogum gunu hediyeleri almak gereksizdir. fakat arkadasinizin dogumgunlerini kutlayabilirsiniz. ille hediye alacaksaniz kizlara alinmayacak (porno dvd, mac bileti, seri katiller kitabi) hediyeler almalisiniz

6- bir yol gezisinde molalari cisini en uzun tutan belirler. en kisa tutan degil

7- bir mac oldugunda skoru sorabilirsiniz. ama kimin oynadigini veyahut oyun kurallarini sormak yasaktir.

8- meyveli içkileri sadece plajda icebilirsiiz. ve sadece üstsüz bir kadin etraftayken. ve sadece güzel bir garson tarafindan servis ediliyorsa

9- 14 subat cok özel bir tarihtir. sevgiliniz varsa ona bir erkege almamaniz gereken (cicek, aksam yemegi, kolye) hediyelerden almalisiniz

10- kadinlar ayda bir garip ruh hallerine girerler. bu sure zarfinda gozden uzak olmak gerekmektedir.

11- sadece karsinizdaki ahlak disi davranislar (annenize küfür etmek gibi) sergilediginde onun bacak arasini tekmeleyebilirsiniz..

12- hapisanede olmadiginiz sürece ciplak kavga etmeyin

13- arkadaslar arkadaslarin slip mayo giymelerine izin vermezer. asla. konu kapanmistir.

14- eger bir adamin fermuari aciksa bu onun problemidir. siz hic bir sey gormediniz

15- eger bir kadin futbol sevgisi ile gelirse ona ajan muamelesi yapmaniz gerekir. ancak ofsayt hakkinda bilgisi ve gecmis maclar hakkinda bilgisi varsa ve bira icebiliyorsa araniza alabilirsiniz.

16- arkadaslarinizin yaninda kedi sevmemelisiniz. kopek sevebilirsiniz. kedi tekmeleyebilir. evet..

17- asla bir kizla bir arkadasinizin dedikodusunu yapmayin. ha ilerde sevisme ihtimaliniz varsa yapabilirsiniz

18- sevisme ihtimali için her seyi yapabilirsiniz.

19- bir erkekle konusurken asla

i)elime alabilir miyim (her hangi bir aygıt hakkında)
ii)sakın durma. devam et geliyorsun. (bira ve cipsi bir arada tasimaya calisan arkadasa)
iii)istersen ben yerine sokayim (kumandanin pilleri hakkinda)
iv)saksafon calabiliorum (müzik yetenegi hakkinda)

dememelisiniz

20- tuvalette diger bir erkekle konusamazsiniz

21- kiz arkadasinizin arabasini kullanabilirsiniz ama onun sizinkini kullanmasina izin vermeyin.

21- pembe, turuncu, acik mavi arabalar ve nisan micra, pejo 306 gibi arabalari almasaniz iyi edersiniz.

22- "yil basi icin ne almayi düsünüyorsun?" "sen benim ne istedigimi bilirsin hayatim" diyecek kadinlar ps2 sahibi olurlar.. hikayenin sonu..

23- bir erkegin baska bir erkegin yaptigi buz patenini ve erkekler cimnastik musabakalarini izlemesinin hic bir manasi yoktur.

24- eger yakin bir kiz arkadasinizla cok sarhos olup sevistiyseniz sabahinda cok fena pisman olup ne kadar kotu hissettiginiz birbirinize anlattiktan sonra bir daha sevismenizin ve fak badi olmanizin hic bir sakincasi yoktur.

25- tamir işlerini beceremiyorsaniz asla becermeye calismayin. yapmaniz yapmaya calismanizdan daha az kücük düsürücüdür.

hell yeah.. listeler yapmaya alışıyorum.. amerikan vari bir blog oluyor burası

Çarşamba, Mart 14, 2012

tribunde meşale yakmak

nasil ki sade makarnayi sevmeyiz biz, 22 kişinin bir top peşinde koştuğu oyunu da hiç sevmedik.. futbolun sadece futbol olduğu anları sevmediğimiz için bugun messi'den daha çok heyecanlandırıyor, balıkesirspor'un üçüncü ligdeki takımını desteklemeye gelen 20bin taraftar.. ve bazen dünyada hiç bir alegori futbol üzerinden yapılanlar kadar isabetli olmuyor.. ve kalplerdeki aciyi, soylenmeyen turkulerin sesini, okunmamis siirlerin fikrini hic bir zaman asindiramiyor..

şampiyonluk şarkısı düşmesin dillerden

sigara'yı birakali 6-7 hafta oldu.. ilk bir hafta yoksunluğunu çektim, kahve içtiğimde, yemeklerden sonra istedim ama sonra kesildi.. ama bazi şeyleri öyle çabuk bırakamıyorum.. ne zaman sinirlensem, ne zaman bir şeylere tav olsam yüzümü güldürsün "o"(ki buradaki o büyük alman şarkicisi marianne dietrich olmamiştir hiç bir zaman) diye elim telefona gidiyor.. 2 saniye sonra hatirliyorum olanlari..

işte tam bu yüzden "şampiyonluk şarkısı düşmesin" dillerden parolasiyla defalarca aşağıdaki şarkıyı dinliyoruz..

Salı, Mart 13, 2012

davşan şeklinde makas


hakkında bu aygıt utanmadan şunu diyebilirim ki sanayi devriminin bize armagan ettigi en güzel ürünlerden birisidir.. saolasin frederik tavsan (parantez acip bir arkadasimin isminin bahtiyar soyadinin da tavsan oldugunu belirtmek, bahtiyat tavsan adli arkadasima hep beraber gülüp onu bir daha rencide etmek isterim)

her neyse.. yine de benim zamanimda pahali bir ensturmandi.. herkes alip da gelemezdi okula. özellikle nedense kirmizilari ferrari muamelesi gorur, kirtasiyeden almaya gittiginizde bile mustafa amca tarafindan "niye alicaksin kirmizi tavsanli makas? senin makasin yok muydu? var diye hatirliyorum ben?" şeklinde sorguya cekilirdiniz..

ben de haspel kader bir tane edinmistim.. ki benim sinif icindeki ekonomik sinifimin yükseldigini goren musa buna katlanamadi.. "versene lan bişi kesicem" dedi.. şimdi o zamanlar birisine bişi vermek istemiyorsak yaliyorduk.. salaklik biliyorum ama yaliyorduk ulan işte.. yani piskuvi, eti piknik, hayley falan yerken tamam da yani silgi de yalanmazdi be kardesim..

velhasil bu makasi yalayayim dedim ben.. nasil ettiysem ne yaptiysam o an burnumu kestim bununla.. hayir izah da edemedim anneme "musaya vermek istemedim, yalayayim derken kestim.. burnun kaniyor dedi musa. ben de burnum kanasa bile yaladim ki makasi veremem artik dedim" diyemedim.. dedim düstüm ettim..

bugun de gecmis bahar mimozalari modundayim ya hadi bakalim allah hayra cikarsin..

Pazartesi, Mart 12, 2012

haftanın şarkısı 82 : i don't know what to do with myself

http://read.mtvhive.com/wp-content/uploads/2012/01/Herman-Dune640x310.jpg





bu aralar kendimden nefret ediyorum.. daha önceleri kendimden bu kadar nefret etmiş olsaydım, herhalde 15 yaşında uranyum yemeye başlardım.. ya da ne bileyim, bir bıçakçı dükkanında çalışırdım kanımın tüm seyrekliği ile..

yaptığım işlerin saçmalık düzeyi, tüm hayatım boyunca yemeyip içmeyip para biriktirip, 72 yaşında ferrari alıp, o ferrariyle bir kargo uçağindan atlamakla eşdeğer..

bana yapma denilenleri yapıyorum, etme denilenleri ediyorum.. daha önce asla ama asla yapmadıklarımı yapıyorum.. yani aşık oldum daha önce, ama hiç böyle rezil bir şekilde peşinden koşmadım kimsenin.. hatta kimsenin de koşmadım peşinden.. super dupper cool adamdım ben.. ama şimdi..

ama buldum hadisemin nedenini.. ben hayatım boyunca haksızlığa dayanamayan bir adam oldum. daha 6 yaşında çok iyi hatırlıyorum, hastanede yalnız başıma yatarken, yanımdaki benden büyük çocuk benim yemek tepsimden dandik pudingimi almıştı.. ben ki pudingten nefret eden bir çocuk olarak, kendisine çatal çekmiştim.. zira bıçak yoktu..

tüm bu yanlış anlaşılmalar, ben gitmeden "gittin" denmeler, ne bileyim efendim "şov yapıyorsun" denilmesi, yani tüm bu haksızlık kanıma dokunuyor.. evet her zaman bir peter pan oldum, her zaman büyümeyle ilgili sorunlarım oldu kabul ediyorum (ki bu çok psikolojik bir şey.. insanlar büyümelerini ilk travmalarina kadar sürdürürler.. benimkisi çok ufak yaşta oldu) ama sadece büyükler mi mutlu edebilir ki? sadece büyükler mi sorumluluklara sahiptir ki? o çok büyük dedikleriniz benim kadar çalışmaz/benim kadar dürüst/sadik/sevgi dolu olmazken, öfkelerinize/sinirinize benim kadar sahip çıkmazken kiminle mutlu olabilirsiniz ki?

paul auster'e mesaj attim.. ciddi ciddi.. yapı harcımda büyük yer tutan, üslubunu kopyaladığım adama dedim. "ustam, kusura bakma ama, sen nasıl başa çıkıyorsun, acılarını kelimelere dökmemekle? dahasi nasil anlatiyorsun insanlara bu acilarin ilgi beklemekle alakali olmadigini, sadece başka çaresi bulunmadığı için parmaklardan süzüldüğünü?" dedim.. insan kendinden bahsettiğinde, kendi acılarından bahsettiğinde, bunlardan prim yapiyor sanılıyor bu dünyada.. hiç prim yapmayı, hiç okunmamayı düşlüyor olsa bile.. (ha bu bağlamda niye bir kağıda yazmıyorsun ve kenara atmıyorsun diyeceksiniz.. evim defterlerle dolu.. internet o defterlerden taşanlar)

hayir ortada iki tarafli olan sevginin, 1. cogul kisinin birisi tamamen yok etmiş herşeyi.. eşyalari toplamış, sevgiyi, saygiyi çöpe atmış.. aşkı geçtim sevgi namina bir şey kalmamış biz hala uğraşıyoruz.. şu "sevgilisinin peşinden ayrılmayan sevgilisinin eski sevgilisini dövdürttü" haberlerindeki dövülen insanlara dönmekten korkuyorum yakında..

velhasil şu aralar kendimle ne yapacağımı bilmiyorum.. birden iki kişi olmuş, ortak hayat düşünürken, tüm hayat planı kabul edilebileceğim bir hatam yüzümden bitti.. kendi bokumda oturayim şimdi.. bir de insanları rahatsız etmemeyi öğrenebilsem on numara olacak..

Pazar, Mart 11, 2012

mus çorap (neden muz değilse)

anasini satiim barok donemi, ne bileyim ortacagi "erkeklerin de muz corap giydiklari deli bir donemdi" olarak bilen tüm tiyatro hocalarinin sayesinde memletin okumus erkeklerinin neredeyse yüzde 20'sinin giydigi bir coraba donuyor bu muz corap.. sahsen ben de zamaninda horatio olaraktan bi corabi giymistim arkadas.. allah ve yakinlarim biliyor simdi yalan soyleyecek degilim.. sene 1994 ben "ingilizce ogrendik" konulu musamerede horatioyum.. hayir "ingilizce ogrenir ogrenmez sekspir okuyoruz" intibasi mi birakmak istedi hocalar onu da bilmiyorum ama 12 yasinda bi velete koyuyor muz corap giymek..

"ya sizi denize dogru suruklerse efendimiz?
yahut denize inen ucurumun korkunc kenarina goturur de....... corabim kacti lan! nasil kacti lan? oha annem agzima siccak... ya sikicem nasil kacti bu corap!"

hayir arkadas boyle bir zamazingo var sanki.. tiyatro hocalari gidip tarih hocalarina "mehmet bey.. acaba orta cagda nasil giyiniyorlar bunu bir arastirabilir misiniz?" diye soru soruyorlar.. mehmet beyler de direk kutuphaneye gidip tarihi anlasmalara el atiyorlar.. "mohac savasindan sonra osmanli avusturya macaristan imparatorlugu ile anlasma yapti.. bu anlasmaya gore belgrad, prag osmanliya verilecek, ve avrupanin batisindaki tüm erkekler beyaz kulotlu corap giyeceklerdi" metnini buluyordu sanki.. oyle bir total olarak gaylik akmis avrupaya o zamanda.. herkes bu zamazingolardan giymis "1550lerde beyaz kulotlu corap cok moda" diye de bultenler mi yayinlanmis anlamis degilim..

hayir bu beyazli kulotlu corap ile imite etilmek istenen seye gavur `hose` demekte.. baktiginda hakket kulotlu corap.. ama degil işte.

daha cok ayagin altindan baglanan uzun taytlara benzer bir sey.. sen cocuga niye kulotlu corap giydiriorsun ki arkadasim? yarin bi gün o cocuklardan yüzde 10 u ibine olsa bunun vebalini verebilecek misin (ben ipne degilim yannis olmasin.. canavar gibi delikanliyim.. heteroyum) (gerci ipnelikle yani gaylikle ilgili bir sorunum da yok.. herkes hayatini yasamakta ozgur bence.. cinsel tercihlerini falan)

ehehe bu arada fotodaki tipe bakin yahu.. lord olmus, kont olmus giydigi kiyafete bak eheheh rezil.. tevekkeli degil osmanli agziniza sicmis sizin..

Cuma, Mart 09, 2012

gece dünyayı, güneş ise acıları örter






küçükken bir tarafım şiştiğinde (ki küçükken insanların uçamamasını içime sindiremediğimden devamlı hoplayan zıplayan üstüne "hemofili" bir çocuk olduğumdan çok şişerdi oram ve buram(tam olarak eklemlerim)) ağrıdan duramazdim. hastaneye gitmem gerektiğini bilirdim ama en kötü ağrı bile hastane yemeklerinden/kokusundan/yatağından/annemin başımda uykusuz kalmasından iyiydi..

öyle günlerde gündüzleri yatip tv izleyip acıyı düşünmemeye çalışırken başarılı olduğumu farkettim. yani bence bir insan acı kontrolunu gayet de transformers izleyerek saglayabilirdi.. ya da evimiz holivudda. öyle onlarca yıl tibette manastirlara falan kapanmaya gerek yok. al 37 ekran beko televizyon, koy evin bi köşesine otur izle, hiç acı macı kalmaz diye düşünürdüm..

ama geceleri olay bambaşka olurdu. geceleri hiç bir şekilde ağrıyı dindiremezdiniz. rahmetli anneannem "gece dünyayı örter, güneş dertleri" derdi o zamanlar ben ağrıdan kıvranır, uyuyamazken geceler boyunca..

şimdi büyüdüm ağrılarım sızılarım kalmadı pek. ne inşaattan atlıyorum, ne taksi çağırıp küfür edip kaçıyorum çünkü. futbolun sahada topa değilmese de zevkli bir şey olduğunu keşfedeli neredeyse 10 sene oldu.. ama şimdi kendi öznel acılarım/kıvranmalarım var.. ve inan anneanne, duyuyorsan beni şayet, o zaman bi bok anlamadığım lafına o kadar çok hak veriyorum ki. ve de özlüyorum seni..


stelyos kazantidis de aynı şeyi söylüyor şarkısında.. "geceler geçmiyor" gibi sözlere sahip. tek kelime anlamıyorsun ama hissediyorsun..

Pazar, Mart 04, 2012

haftanın şarkısı 81 : pasion vega - colgados del cielo








`passion vega` adli ispanyol bir hanımın, anlattığı bir masal, verdiği bir sırdır bu şarkı.. bakarken görmediklerimiz üzerine, kaybettikten sonra varlığını farkettiklerimiz üzerine.. gökyüzünde asılı kalan ayın, yıldızların şarkısıdır bu.. ıssız bir yolda giderken, sizi izleyen tek nesnelerin hikayesidir.. ve yıllar, yüzyıllar önce yazılmıştır ömer hayyam'ın dizeleriyle:

"bulut geçti, gözyaşları kaldı çimende
gül rengi şarap içilmez mi böyle günde
seher yeli, eser yırtar eteğini gülün
güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye
kimse bilmez, kimse bilmez"

ispanyolca bilenler varsa eşlik edebilirler şarkıya:

Aunque no lo sabe nadie,
la luna está enamorada,
de un rubiales q la mira
desde la otra cara.
La luna ha perdido el sueño
y vive con la esperanza,
que se pare el universo
y un rayo la parta.
remueve las olas y pregunta por el
una luna a otra luna,
hasta el amanecer
Y por amor va a buscarlo,
hasta el fondo del mar,
donde estas vida mia
q ya no puedo mas.
Una noche infinita
es todo lo que quiero,
y contigo despertar
colgados del cielo.
Ay!sol de mis tormentos,
ven cuanto antes
que me estoy quedando
en cuarto menguante...
Aunque no lo sabe nadie,
en medio del firmamento,
el sol de tanto quererla
se esta derritiendo.
Cuentas las malas estrellas,
que justo al caer la tarde,
por un instante sus ojos,
parece que arden
Remueve las nubes apagando su fe,
un dia y otro dia, hasta el anochecer
y por amor va a buscarla,
hasta el fondo del mar,
¿donde estás vida mia?
que ya no puedo mas...
solo un dia infinito,
es todo lo que quiero
y contigo despertar
colgados del cielo,
luna ven cuanto antes,
curame este tormento,
que me estoy quedando,
que me estoy quedando,
sin fuego en el cuerpo...
Aunque no lo sabe nadie
aunque nadie sabe nada,
ocurrio que un medio dia
se hizo madrugada....

-hiç ummadığım bir anda bu şarkıyı önüme çıkartan berat'a teşekkürler..

the muppets




"hiç kimseye, hiç bir şeyi anlatmayın. çünkü anlattığınızda özlersiniz.. ve hiç bir şeyi, özlediğiniz şey kadar sevemezsiniz" diyordu "holden caulfield", "gonulçelen" kitabının bir yerlerinde..

bir grundig televizyonda, siyah beyaz izlenirdi kuklalar.. ve yanan sobanın üzerinde kavrulan kestane gibi kokardı hepsi. ve o yüzdendir ki, ne zaman bir kukla görsem, burnuma kestane kokuları gelir.. televizyonlar siyah beyazlardi ve tek kanallıydılar.. tek kanallı olmasında bir sıkıntı yoktu.. zira sonra trt2 geldiğiinde, bir çok kanalımız olduğunu ama hiç bir kumandamız olmadığını farketmemizin akabinde evin tek çocuğu olan benim "kumanda" olma sürecim başlıyordu..

ama kuklalar başladığında, tüm domuzcuk piggysiyle, kurbağa kermitiyle, yaşlı ihtiyarlarıyla başladığında, kumandalık kimliği bir koltuğa bırakılır çocuk olurdum tekrar..

2012 yasinda, hala bir çocukken, hala sevmeyi bilmeyen bi eşek sıpasıyken bir cumartesi gecesi, anlatmaktan, özlemekten korkulan bir cumartesi gecesi 2 saat boyunca kalbi ısıtan bir film olmuş bu.. her şeyiyle kusursuz, mevzusuyla, eglencesiyle, acısıyla..

ama işte insan özlüyor.. muppetlarin "jim henson" i özledikleri gibi özlüyor.. ve sakin kimseye bir şeyi anlatmayın..