Salı, Temmuz 13, 2010

Şarkıdaki "Alain Delon" kimdir


Burada gün görmedik şarkılar, fransız şansonları, ne bileyim efendim italyan popunun nadide örneklerini paylaşırken aslında kendi halimde "murat boz" "hande yener" ve "sıla" dinleyen bir adamım. Sıla bir kaç haftadır "Alain Delon" diye dolanırken, bu şarkıdaki bu gelmiş geçmiş en yakışıklı hergelelerden birini çoğumuzun bilmediğini düşünüyorum. Madem ki ben biliyorum anlatayım..

Alain (ki bundan sonra "alen" desem sorun olmaz sanırım) 8 kasım 1935 tarihinde dünyaya geliyor. O zamanlar Gazi Paşa henüz hayatta fakat Scoeux adlı küçük fransız köyünün zerre haberi yok bundan. Fakat ne zaman ki Mustafa Kemal vefat ediyor, o zaman anası babası ayrılıyor Alen'in. Bu sırada ne anası ne babası bu garip çocuğa bakmak istemeyince bunu evlatlık veriyorlar. Bir hapisanenin duvar komşusu bir evde büyümeye başlıyor alen ve gardiyanlarla, mahkumlarla arkadaşlık yapıyor resmen. İkinci dünya savaşında evlatlık verildiği aile almanlar tarafından şakacıktan öldürülünce, kendi anasına geri dönüyor. (hayat daha bu noktadan acaip film gibi)

bu şekil büyüyen bir çocuğun akademik olarak başarılı olacağını ummuyorsunuz inşallah? zira alen de ummadığınız gibi 15 yaşında bırakıyor okulu. bir süre kasaplık yaptırıyor biyolojik babası ama sarmıyor delikanlıyı bu iş. gidiyor fransız ordusuna "selamunaleyküm" diyor, pat yazılıyor orduya.. paraşüt komandosu oluyor, 54 yılında haritada zor yerini bulacağı güney asya ülkelerinde savaşa katılıyor. "Yine de iyiydi, orada kankalarım vardı, konuşacak, dinleyecek birileri vardı hiç olmazsa" diye anlatıyor alen o günleri..


http://farm2.static.flickr.com/1001/967033164_584daec357_o.jpg
(l'eclisse)

56 yılında geri dönüyor vatana ve sivil yaşama. Başlıyor garsonluk günleri. Aktorlere yemek getir götür bu güzel oğlan bir kaçıyla samimi oluyor. Diyorlar ki "gel Cannes'a bir görün bakalım ne olacak". Hakket gidiyor bizimkisi. Alkış kıyamet, kadınlı erkekli herkesin gözü Alen'de kalıyor. Bakıyorlar olacak gibi değil anlaşma yapıyorlar filmde oynatmak için.


http://farm4.static.flickr.com/3647/3346898967_3299154cc6_o.jpg
(romy şinayder deyince bu kadın gelsin aklınıza. ve alain'in elindeki don değil!)

Quand la femme s'en mèle / Kadının aklı karıştığında 1957 tarihi itibariyle Alen'in ilk filmi oluyor. İnceden "Yürü ya kulum" sesini duymuş olacak ki dönemin usta yönetmeni "Pierre Gaspard-Huit" ile bile çalışma imkanı buluyor. Jean Paul Belmondo ile karşılıklı sert çocuğu oynarken bir kaç yıl sonra efsanevi "sert çocuk" imajına sahip olacak James Dean'den evvel bu işi yapmaya başlıyor yani. (İnsan istiyor ki burada bir "Toprak Sergen"'den bir "Faruk Peker"'den bahsetsin ama işte)

1959 yılında dönemin en taş hatunlarından biri olan Romy Schneider ile gününü gün ederken uluslarası şöhreti " Plein Soleil / Mor Gün " ile kazanıyor. Şu yazı film olsa, şu noktadan sonra arkaya bir şarkı verip göstereceğim görüntüler, yere atılan plaklar, posterler, araba anahtarları ve paralar olurdu..


http://farm3.static.flickr.com/2302/2369746032_f615deaa30_o.jpg

60'lı yıllarda kendisi "Evet eşcinselim" diye açıklama yapıyor. Ama şahsen bu biseksüellik bana tam tamına yunan yarı-tanrı stili geliyor. Yani Adonis neyse o işte Alen. Kadınları çektiği kadar erkekleri de çekiyor, ve bu biseksüelliğini resmen şanı şöhreti için kullanabiliyor. Yönetmenlerin, rejisörlerin yatağına girip çıkıyor gerekirse zira Alen bir insanın vermeden almasının imkansız olduğunu hapishane bahçesinde oynarken idrak etmiş bir genç..

Rocco e i suoi fratelli / Rocco ve kardeşleri filmini izleseniz "Ulen bunun Cüneyt Arkınlı komiser kemal'li versiyonu yok mu?" dersiniz ki haklısınız. İyi çocuğu oynayan Alen ödül üstüne ödül alıyor bu filminde. Il Gattopardo / Leopar filminde canlandırdığı arıza karakter rolü ile filme Altın Palmiye ve en iyi yabancı film dalında Golden Globe kazandırıyor. Bu sırada aşkta kaybediyor bir yandan "senden ayrılıyorum stop" kıvamında gönderdiği bir telgrafla ayrılıyor Romy'den.


http://farm4.static.flickr.com/3645/3345601891_41a13902bc_o.jpg
(leopar filminden sevimli bir sahne)

Romy'nin kalbi kırılıyor ama çabuk toparlıyorlar. Zira sevimli bir hergele Alen. Manita bulmakta da sorun yok tabi. Hop Nathalie Canovas adındaki bir güzele takıyor evlilik yüzüğünü, Antony de bu aşkın meyvesi oluyor. 1965 yılında yani çocuğunun doğduğu yıl "The Yellow Rolls-Royce / Sarı Düt Düt" adlı filmi çekiyor Shirley Mclaine, Ingrad Bergman, Ömer Şerif ile birlikte ve bu çektiği ilk holivud filmi oluyor.

Paris brûle-t-il? / Paris Yanıyor mu? adlı filmde onlarca holivud yıldızıyla birlikte oynuyor Alen. Bir paris direnişçisini oynarken göz boyuyor, herkesin önüne geçiyor.. pariste böyle tipler varsa bravo almanlara istilaya gelmişler dedirtiyor.. Ama açıkcası bu olay, yani görüntüsünün oyunculuğunun önüne geçmesi Alen'i feci sinirlendiriyor "Herkes dışımda görünene baktı ömrüm boyunca, içimden gelene asla dikkat çekemedim. Tüm hayatım içimdekini gösterme mücadelesi olarak geçti" diyecekti bir gün bir röportajında hatta.

1968 senesinde dünya kavrulurken tabi Alen'de durmuyor. Körükle gidiyor yangına. Tre passi nel delirio/ Ölülerin Ruhları Adieu l'ami / Elveda Arkadaş ve Marianne Faithful'un en güzel olduğu zamanda onunla oynadığı Girl on a Motorcycle / Motorsikletli Kız filmi ile sarsıyor dünyayı.




Ama işte yıl 1968 olunca olaylar da bir garip oluyor. Korumasının öldürülmesi ile kendisini uyuşturucu/sex /marsilya gangsterleri üçgeninde bir olayda buluveriyor. Ve sorgulamalar sırasında Alen'in gerçekten mafyayla ordudaki günlerine kadar varan bir ilişkisi olduğu ortaya çıkıyor.

Bu olay kariyerine hem yardımcı oluyo aslında. Salon beyfendisi rollerini 1970lerde oynamayı bırakırken polisiye filmlerde oynamaya başlıyor. Zira böylesine gangsterlerle iç içe olan birinin gangster filmlerinde oynaması yapımcıların ağzını sulandırıyor. Bu dönemde bence iki muhteşem film çekiyor Alen. Le Clan des Siciliens / Sicilyalılar , Le Cercle rouge/ Kızıl Çember. Gerçek hayattan edindiği deneyimleri içine katıyor oyununun ve muhteşem işler çıkartıyor bu filmlerde. Ha bu arada Nathalie ile de evliliği bitiyor.


http://i17.photobucket.com/albums/b78/wanderingmoon/adelon00.jpg
Yaşlandıkça, olayı anladıkça ticarete ve politikaya giriyor bizim delikanlı. Kendi film şirketiyle iyi işler yaparken İsviçre'ye taşınıyor, sol partileri destekliyor.

84 senesinde Notre histoire / İkimizin Hikayesi, filminde belki de hayatı boyunca hep olmak istediği ukala salon beyfendisi hatta bir baron olan Charlus rolü ile en iyi aktör dalında "Ceasar" ödülünü kazanıyor. 87 yılında "içicen şarabı öpücen hollandalıyı" ekolune uyarak hollandalı bir model olan Rosalie van Breemen ile evleniveriyor. 2 tane de kız çocuğu yapıyorlar allah bağışlasın..

75 yaşında hala ve hala yakışıklı olan bu koca adam artık o festival senin bu festival benim "onur ödülleri" almak için yaşamakta. Bilmediği dillerde, bilmediği, tanımadığı insanlar adına şarkılar yapmakta. Ve işte tüm hayatıyla açıkladığı gibi insan asla ama asla hayata bir şey vermeden ondan alamıyor.. Er ya da geç. (Sanırım bu ilkel insanlar bunu anladıkları için insan kurban etme gibi saçma işler yapıyorlardı. Hayattan bir şeyler elde etmek için bir şeyleri kurban etmeyi göze alıyorlardı)

FIN