Pazar, Ekim 25, 2009

Simon Boccanegra

http://www.operacollectors.com/catalog/Simon%20Boccanegra%20WP%20prog-libretto%201881%20Cover_W.jpg


guiseppe verdi 1857'de bir opera yazar. adini da kolayciliga kacarak, bas karakterin ismi koyar.. hop temsilini yaparlar hemen. o zamanlar verdi artik tanınmış bir adamdir, ne yazsa gitmekte, kazandigi parayi da meyhanelerde, barlarda diskolarda kariyla kizla yemektedir verdi..

fakat bu simon boccanegra tutmaz. hic sevilmez. tiksinir insanlar "bir daha verdi mi tovbe, allahim ömrümden ömür calindi, zaten tifodan olmeden ancak 40 sene yasiyoruz" diyen italyanlari duyan verdi "yandim allah" diyerek, baska bir adama gider.. biraz ceki düzen verdilerse de operaya, mihrap hala yerindedir ve hala anlasilmaz, hala sıkıcı, hala klişeler yüklüdür..

kisaca özetlemek gerekirse oyun cenova'da tam olarak tarih vermek gerekirse 1300 gibi gecmektedir... simon boccanegra bir korsandir (othello misali.. zaten negra arap demektir) nasil ve neden oldugu oyunda soylenmemekle birlikte paolo denen bir arkadas simon'u dükaliga onerir. demokratik bir rejim cenevizlilerde uygulandigindan halk simon'u ufak bir gazla sececektir. fakat simon kabul etmez bu teklifi "yok agam, yok beyim" der.. ama paolo cakaldir "eger kabul edersen, yasak ilişkin maria ile seni birlestiririm. hani babasinin sana vermedigi, senden bir piç dogurunca zindana kapadigi kiz maria vardi ya o" der.. simon da kabul eder..

gel gelelim maria rutubetli bir yere kapatildigindan (ne babalar var işte gorun) ölüverir zindanda. simon duka olduktan sonra ogrenir bu hadiseyi. tamam der kayinbabasina, dusmanlik olmasin. kayinbabasi "senin yüzünden öldü evladim" der baska bir şey demez "ancaaak" der "piçini bana verirsen, torunumu yani onu yetistiririm bi dedenin sevkatiyle" şimdi burasi biraz daha sikko "senin torunu kaybettik biz, pisa da bir kadina vermiştim baksin diye, ölmüş o kadin" der bi de utanmadan simon.. şahsen ben ilk izledigimde "yalan söylüyor hergele" demiştim içimden. yalan degilmiş..



sonra 2. perde olur, ve 25 sene geciverir birden. verdi bu gecen 25 seneyi, sakaklara atilan pudra ile anlatir ancak. kimse bi halt anlamaz.. ikinci sahnede amelia diye bir kiz cikar, adorno diye bir adamin asigidir.. of gercekten cok sıkıcı ve dandini bir mevzusu var. meerse amelia, simon'un kiziymiş, sonra simon'u paolo zehirler, (nedense?) paolo isyancilarla birlikte olmaktan boynu vurulur (niye? nasil bi motivasyonla bilinmez), simon da zehiri ictikden 1 perde sonra ölebilir ancak, ve sonsuza kadar ölü yaşar.. adorno da yeni kral olur..

oyunun en sahane yanlari, bence sahnenin disindan, mümkünse antreden gelen halk sesleridir.. özellikle maria öldügü an tüylerim diken diken oldu benim. ama dedigim gibi mevzu inanilmaz sikko, sekspirin tragedyalarindan esinlenmiş gibi ama olmamis olamamis.. tüm oyun boyunca italyanlarin neden siyasi bütünlüklerini geç sagladiklarini ve sonra da "aman onu kolonizeleştiremedim bunu şey edemedim" diyip dünya savasina meylettiklerini görmüş oluyorsunuz. oto boka macera yasamis italyan soylulari..



verdi yasasaydi tavsiyem şu olurdu zaten: "abi her perde icin ayni konular yaz, ana bi konu etrafinda olsunlar yine. csi lar gibi.. millet perde aralarinda kaciyor cünkü!"

izmir devlet opera ve balesi'nin 24 ekim cumartesi günü sergiledigi temsile deginelim biraz; orkestra sefligini "hans joachim gallus" yapiyor ki gormedigi koroya bile etki edebilecek şekilde bir karizmaya ve yetenege sahip olmali kendisi.. orkestrasyonu acaip basarili buldugumu belirtmeliyim..

simon boccanegra rolunde "eralp kıyıcı" çok hoş bir oyun sergiledi. kostumundeki bling blingleri acaip sevsem de bir noktada agzinda salyalarini tutamamasi bana i am sam filmindeki sean penn rolunu hatirlatti.. yine de enfesti.. simon'un karsisinda maria'nin babasi, amelia'nin dedesi, simon'un kayin pederi rolunde ispanyol tenor lorenzo mock arranz bir kaç sahnede kilosunun vermiş oldugu bel agrilarini hissettirse de yine tenor tenordur abi. bugun ülkemizde kac tenor var? sahip cikmaliyiz ispanyol olsa da..

bir tek amelia rolundeki ayşe tek'i ben abarti buldum. yani belli ki "anasinin babasinin gözünde güzel" kontejyanini yiyen bir arkadasimiz bu oyun geregi.. oyle "ben herkeslerden güzelim, duru halim bile bulent ersoy'un makyajli haline basar" bakislariyla oyun oynamalar, adornoya kas goz yapmalar, yapmacik yapmacik tavirlar! havan kime amelia! hayir bir de gereksiz yerlerde erkek işine mudahale "aman babacim, yapma babacigim!" yakismadi. o kadar diyeyim ben..

kostumler, ışık, dekorlar devlet operasindan beklenildigi gibi kusursuzdular yine.. muhtesem işler yapiyorlar bu dekorcular. ülkedeki herkes isikcilar, dekorcular, makyajcilar, kostumculer gibi işlerini iyi yapsa gayri safi milli hasilamiz 5 senede almanyayi gecerdi.. na buraya yaziyorum..

onun disinda alt yazilar pek senkronize degildi.. sanki axxo alt yazilar bulunmus ama oyun fxm cikinca olmamis gibi.. onun düzeltilmesini istiyorum ben.. zira günümüzde kac kisi bagira bagira konusulan bir italyancayi anliyor ki?


velhasil bunca özveriye, bunca güzel sahnelenmeye ragmen, über dandik bir opera olan simon boccanegra izmir halkini baydi arkadas.. 500 kisi temsilin basinda izleyici olarak yerlerini almis olsa da, ara sonrasinda bu sayi 250 ye düstü, biterken de 150si yanindaki tarafindan "uyuma allahin cezasi" diyerek dürtüldü..

bir sonraki temsili yine de izlemek isterseniz carsamba günü gidebilirsiniz..

Ayrılıkçı Simav Halk Cephesi

http://www.ydolaylar.com/resim/simav1.gif
(şu gifin güzelligine bak! hey yavrum hey!)

ashc olarak kisaltilmasini ön gördüğüm örgüttür. şimdi hikayemiz şu: koyleri ile birlikte 72 bin nufuslu şirin bir kütahya köyü olan simav, tami tamina 147 kilometre uzakliktaki kütahya'dan ayrılıp (merkezdeki ziraat bankasina uzaklık bu) 85 kilometre uzakliktaki uşak'a bağlanmayı istiyor. fakat şöyle bir durum var ki, kutahyanin nufusu zaten 250 bin.. simav en büyük ilçesi.. eger ki simav kütahyada ayrilirsa kütahyayi il yapmak için hiç bir neden kalmayacak. bu yüzden devletlimiz buna karşı çıkmakta "olmaz deyu" ayak diremektedir..

işte bu noktada ayrılıkçı simav halk cephesi oluşuyor. dağa çıkmayı planliyorlar ama simav düz ayak bir yerde oldugundan sorun oluyor. bolu gibi olsa sorun yok ama işte simav.. bu memlekette çok isyankar çıkmıyoras buralarin hep düz olmasindan kaynaklaniyor bu.. en siddetli yer şekli istanbuldaki kanlicadan daha alçakta..

velhasil simavlilar, gordukleri kütahyalilara pandik atarak, kendilerini uşak'a bağlatacaklardir.. boyle bi ayrilikcilik işte.

Cumartesi, Ekim 24, 2009

Haftanın şarkısı #40: it's not unusual

kimin kalbini kirdigimi bilmiyorum pek, yani o kadar çok şüpheli var ki bu konuda, onlarin arasinda birisi muhakkak ki bana bir laf soyledi, bir büyü yapti onun lanetini taşıyorum son 1 senede.. çünkü son bir senede kime yanassam, kime kanım ısınsa, 2. bulusmada şu laflar dökülüyor agzindan:

"ben de sanırım bir kaç ay sonra yurt dışına gideceğim.."

o vakit ellerim titremeye basliyor, sigaradan zar zor aliyorum, birden saclarimin dokuldugunu, zayifladigimi, gozlerimin kiristigini hissediyor ve emekli maaşlarının durumunu düşündüğümü "bunca yillik ogretmene bu maasi reva görüyorlar" şeklinde öfkelenip hükümete saydiracak bir öfke birikiyor bende..

sanirim bu konuda bir film vardi. "good luck chuck" adinda.. orada da adam, aynı benim derdimden muzdaripti, ne zaman bi kadinla sevisse, kadin bir sonraki ilişkisinde aradigi beyaz atli prensi buluyor ve evleniyordu..

şimdi gelin benle birlikte olun demiyorum ama, öldükten sonra mezarimi türbeye çevirin diyorum.. "pasaport dede türbesi" gelsinler, sandukamin orasinda burasinda oynasinlar, bi subanike bi fatiha okusunlar, gobek atsinlar gitsinler.. yurt disina giden, vizelerle dolmuş pasaportunu kapan geri gelsin yatirima. biraksin o pasaportunu.. benim yaşam sonrasindan beklentim budur.. (bi de gelen kizlar topuklu cizme ile gelirse mükemmel olur.. o da benim dede olarak fantezim olsun..

sarki tom jones'un bir şarkisi bu arada. ama arkadaslar latin olarak almislar acaip sahane bir sekilde coverlamislar.. siradan degil bebegim diyor tom jones sarkida, yani yurt disina cikiyormussun, çık ben alistim manasinda..

Çarşamba, Ekim 21, 2009

bornova bornova: memleket filmi

insan kendi memleketini filmlerde gorunce apayri mutlu oluyor. daha izlemedim ama hemen koşup izleyecegim. insan boyle bir filmin, prömiyerinin bornovada kücükken gidilen yazlik sinemada (otopark olsa da) ya da en azindan izmirde olmasini dilerdi ama işte ince düşünme eksikligi var ülkemizde..

Link: Bornova Bornova (2009)

Pazar, Ekim 18, 2009

Otello: Arap olmayan baletin intikamı!


Loading image ...
bu opera ile bale ile ilgilenen, bunu çok süper mükemmel bir şey olarak gören insanlarin kendim dahil manyak olduğunu düşünüyorum. ben opera salonlarinda bir insan tanimadim ki akli melekeleri yerinde olsun. hatta mesela kızılay kan merkezlerinde kan vermeden önce sorarlar ya "son 3 ayda garip işler yaptiniz mi?" "buraya yazdiginiz her şeyi sizin vicdan azabi cekmeniz için yaziyoruz, o yüzden 2 hafta içinde esrar icip icmeyeceginizi soyleyeceksiniz bize" gibi sorularin yanında "opera'ya ayda bir gider misiniz?" sorusunu da barindirir evet diyenlerin kanını almam..

tüm bunları söylüyorum ama haftada bir operaya olmadi baleye giden bir adam olarak bu sene de sezonu açtığımı bunu da "otello" adlı bale ile yaptigimi itiraf etmeliyim. öncelikle yanımda oturan toplam yaşlari 250 olan teyzelerin omzumu okşayarak "afferin cocugum genc yasta operaya geliyorsun" demelerini tasvip etmedigimi bildirmek istiyorum. blogumu okuyan ve dün operaya giden ninesi olan insanlar varsa lütfen bir süre konusmasinlar.
http://www.webeeo.com/resimler/makale_resimleri/000/028/28642/izmir-o.jpg
oyun, şekspir'in bir tragedyasi. okumayanlariniz varsa gitsinler okusunlar yazinin devamini okumadan önce (oh bebek) yoksa ben özet geçececegim. bir arap var, nami diğer otello. bu üstün bir savaşçı, belli bir yaşina kadar savaştığı mekanlarda taş gördü mü deviren, baş gördü mü kesen bir adam olmuş. sonrasinda gidip venedikli bir kadına sevdalanmiş. tam hasiple nasip gibi hayalar cekip gerdeğe girecekken, bizim osmanlı "hadi kıprusu alalum leventler" diyip akin düzenlemeye karar verince bizim otello da kibris'a gitmiş..


http://www.artilya.com/files/image/otello-balesi-314x164.jpg



tabi desdemona cabbar kadin. "bakkala gidip gazete alacagim babacigim" diyip kibris'a kaçıyor.otello'nun yanına.. desdemona'da melek gibi bir kadin. direk zaten otello'nun subaylari iago ve cassio desdemona'nayi"yenge de erik gibiymiş " diyerek değerlendiriyorlar.. bu casio ve iago ikisi subay olsa da iago biraz celimsiz, casio ise acaip yakisikli. allem ediyor kallem ediyor iago cassio ile desdemona'nin birbirleriyle aşne fişne, bunu da cassio'nun cebinden cikan desdemona'nin mendilini otello'ya göstererek beyan ediyor.. ama yok tabi öyle bir şey. iago mendili çalıyor, cassio'nun cebine sokuyor falan. yani oyunun esas hadisesi "iago" denen hergele.. otello namus davasına gidiyor desdemona'yi öldürüyor.. öyle olunca mutsuz oluyor tabi. sonra iago "şakaaaa" diyip çıkınca bir gerginlik olsa da sonrasini anlatmayayim ben..

velhasil bu bir tiyatro oyunu, bunu bale yapinca iş çığrından çıkıyor. balet ve balerin arkadaslar yanlis anlamasinlar ama nihayetinde maksimum 25 hareket var balede. kuğu gölü gibi trişka bi mevzuyu bale ile anlatabiliyorsun ama, şekspirin otellosu gibi komplike bir hadiseyi bale ile anlatmak cidden bir deha istiyor, ve bu dehayi ne yazik ki tanri bizim ülkemize bahşetmemiş.. bale ile vucut dili ile şekspir oynamak tv'de gezelim görelim programinda "isparta'nin her yeri gül kokuyor" demekle eş değer neredeyse. evet çok güzel olmuş oyun, ama imkanlar sınırlı. nihayetinde şekspir'i şekspir yapan dialoglari.. yani nasil diyeyim, dünyanin en mükemmel balerini gelse vucut diliyle şunu diyebilir mi ki:

"opmustum seni oldurmeden once,oyle olacak yine...olduruyorum kendimi can vermek icin opusunde"


bununla birlikte sahne dizayni, kostümler mükemmeldi. tüm oyun boyunca çok az kadın iç çamaşırı gördük ki bence bir bale'nin en önemli noktası bu. ben oraya don görmek için otursam, revü'ye giderim baleye değil zira.. arap bir otello bulamamalari, eğer ki izdob'un kadrosunda "samuel jackson" yoksa kolay degil. ama allaskina yahu, sayın "kıvanç ekin" tüm bir yaz varken önünde, insan biraz esmerleşir. en azindan fedon gibi olabilir yahu! bembeyaz bir arkadaştı otello'yu oynayan.. (hoş balerin arkadaşın dediği gibi tek temsil bu değil kıvanç beyin oynadığı, yüzüne gözüne ayakkabi boyasi misali bir şeyler sürsen olmaz, zira hem arap baci moduna girer, hem de inanilmaz terliyorlar.. teknik imkansizlik diyelim işte. her tiyatronun otello için bir siyahi arkadaşa ihtiyacı var ama..) desdemona ise tam aksine bence desdemona'dan bile güzeldi. sahsen benim hayal ettigim desdemona biraz daha tombuldu mesela. ama sanırım bale oldugundan, baskül ailesinden bir üyeye bale yaptiramayacaklarindan desdemona böyle citi piti bir kiz oldu. çok da güzel olmuş velhasil, son sahneden önce sadece işitme engelliler dili ile durumu anlattigi anlar acaip dramatikti, gözlerim dolacakti yanimdaki benim omzumu seven teyze olmasaydi. sarilir aglama der diye korktum..
http://www.gundemgazetesi.net/images/news/4854.jpg
oyunun sonundaki portatif küvet, dekorun içbükey yapisi falan enfesti. ama dediğim gibi baleyle, hele aradaki iki satir konusmayla olmamış bu iş. ki oyun sonunda "valla hiç bir şey anlamadim" diyen insanlardan da bu anlaşılabiliyordu.. ben mevzuyu bilmesem ben de anlamazdim nihayetinde. zira bir takim insanlar çilgin danslar yapiyor, bati yakasinin hikayesindeki gibi birbirlerini iktirerek dans ediyor onun da "aslen dövüş" olduguna inanmamizi bekliyorlardi.. mesela mendil'in otello'ya gösterilmesi sahnesi pek vurgulu değildi, ya da mesela iago ile desdemona'nın yaveri "emilia"'nin aslında karı koca olmasi anlatilamamıştı. sanki iago gelip mendili zorla caliyormus gibi gösterildi. oysa benim hatirladigim, emilia kocasina istemeyerek de olsa veriyordu o mendili..

yine de iago'yu oynayan Timur Varlıklı veya Sertan Yetkinoğlu (kimin cumartesi matinede oynadigini bilmiyorum. biliyorsaniz söyleyin lütfen zira ben bulamadim) kesinlikle mükemmeldi. Adam bale de yapsa mimiklerine kadar oynadi. gerçi bi ara bianca ile takilirken adile naşit'i düşünmek zorunda kaldi ama olur o kadar.. sarışın ve adının ne olduğunu bulamadiğim emilia'nin da en yetenekli dansçı olduğunu söylemem gerek..

benim eleştirel yorumum 6.3/10 bu oyuna.. ama gidin izleyin izmirdeyseniz. öyle çok bir para degil (tam 15, öğrenci 7.5 pazarlikla 5)

Cumartesi, Ekim 17, 2009

Haftanın şarkısı #39: Groove Alla Turca - Nihavend Longa

yıllar yılı, yaz biterken benim de bir şekilde tüm şalterlerimi indirip kurt cobain'in mtv unpluggeddaki durgunluğuna benzememi okulların açılmasına bağlardım. nihayetinde koskoca yaz tatili bitiyor, ve eline osurup onu koklatan "hayrettin"'in yanına dönüyorduk.. (hoş ben yazlik bebesi olmadım hiç. hayatimin en güzel tatili atv'de ikindi vakitleri alaaddin'in gösterildiği senenin yaz tatiliydi.. o da ne güzel bi cizgi filmdi hey yavrum hey!)

bu sene de sektirmedi. hayrettin veya muadilleri yok etrafta ama ben yine annemi arayip "ya şu yeşil hırka vardi o nerede" moduna girebiliyorum. bir kere üretimim düşüyor.. kendi başıma yaptigim performans değerlendirmelerimde gördüm ki yilin en üretken zamanı nisan'in ikinci haftasi ile haziranin 3. haftasi arasindaki bölüm. bu bölgede inanilmaz üretkenim. geçen sene tiyatro oyunu yazdim hatta o süreçte düşünün artik (heykellerin etekleri: camille claudel..) ama ilenç olsun son bahara durgunlaşıyorum tamamen.. hiç bir şey yapasim gelmiyor.. bir tane fake hesap açtım facebookta.. oradan mafia wars ve restaurant city oynuyorum tüm gün.. "nette göremedim seni" diyenler oluyor "vallahi mafia warsta adam dövdüm, sonra 31 cektim(kendimi şımarttım demeli gerçi) yattim uyudum" diyemedigimden "işlerim yogun bu aralar" diyip kestirip atiyorum..

ama düzelticem bu yazgıyı diyerek hop bir arkadasi aradim "gel operaya gidelim" dedim. kabul etti. gittim biletleri almaya. izmirde opera bale konakta ykm'nin hemen arkasindadir. bilet satan da şevket abi diye bir abi vardir. adını yanlış bilmiyorsam. o abinin bilet sattigi yerin bir kapisini ben görmedim cumle hayatimda. zaten yasli bir abimiz muhtemelen o orda dururken bina üstüne yapildi. her neyse dedim böyle böyle, otelloya gelicez biz. dedi 1 kişilik yer var yer kalmadi.. ama dedim hani biz 2 kişiyiz sıkışırız, olmaz dedi.

"117 senelik şanli izmir elhamra operasinda bugune kadar iki kişi ayni sandalyeyi paylaşmamiştir ama sana vereyim sen gel, arkadasin zaten operayi cok izlemek istese senle gelirdi" diye verdi inceden gazi..

ben de aldim bileti anasini satiim napiim. dayanamadim. sonra arkadasa da "bilet kalmamis canim ya ama disari cikalim iceriz" dedim. gidip birazdan tek başıma opera izleyecek yeri geldiginde alkislayacak koca memeli sopranoya icimden "ahmetlere bak ahmetlere" diyecegim için çok mutluyum..

işte benim de sonbahar açılımım ancak bu kadar oluyor.. bu nedenle haftanin şarkisi nihavend longa'nin burhan ocal yorumu.. groobe alla turca diye müthis bir albümden.. bu nihavend longa oldum olasi şark kurnazligini, şark neşesini, kolaydan köşeyi dönmeyi anlatir bana.. nihavend longa bu topragin müziginin dev bir sutunudur haliyle. hell yeah!!

Pazar, Ekim 11, 2009

Haftanın şarkısı #38: Ayten Alpman - Sensiz Olmam


(bu sene altin portakal'in yabanci film bölümünde bir zombi filmi de yaristi.. sanırım)

bu altın portakal tam 45 yilda, türk sinemasını gazlamış, yeşilçam'i yeşilçam yaptı eyvallah.. ama kontağı 80 darbesi ile kapamış be arkadaş.. hala o günlerde sanıyor kendisini. öyle olunca festival huzur evini andiriyor gün be gün. 45 sene önce orada olup, kalabalığı selamlayan adam var yahu orada. en son filmini 93 yilinda yapmış, kaliteli bir sanat filmi olmuş çağın gerekleri neticesinde, ama iş yapmamış işte.. o adam antalya'ya gitse ne olur, gitmese ne olur artik.. halk doymuş ki onun beyaz saclarina..

ama sen altin portakal'i biraz değiştir, kanun değil sonuçta bu. "iş bu anlaşma ile boğazlar türkiye devletinin kontrolune verilecek, ve antalya film festivalinde sadece yeşilçam filmleri yarışacak" gibi bir şart yok. senede bilmem kaç tane dizi çekiliyor. ver onlara yavaştan altin portakal. senenin en iyi dizisi de, en iyi bölümü de, en iyi erkek oyuncu, kadın, ne bileyim efendim bir ton ödül koy dizilere. sonuçta zamanında yeşilçamla işliyordu bu çark, şimdi de dizilerle işliyor.

eminim ki tarik akan'dan daha çok seyirci ve ilgi çeker kivanç tatlıtuğ. filiz akın'a hayat boyu başari ödülü vermekten daha çok konuşulur bergüzar korel.. velhasil birisinin altin portakal organizatorlerini "yeşilçam eski yeşilçam değil bilader!" şeklinde uyarmasi gerek.. acı ama gerçek ne yazik ki..

bu arada çalan şarkı ayten alpman'ın 67 tarihli bir şarkısı. tarık akan bir çok kizi tavşanlar gibi bafilledikten sonra gülşen bubikoglu'na aşık olmasi, akabinde gülşen'in "sen güvenilir bi herif değilsin tarik. beni o kizlar gibi tokmaklayamazsin" demesinin akabinde tarik depresif olur. işte o anlardan birinde bu şarki çalar.. insan hakketten o zamanlarda kalmak istiyor. ama sonuçta biz festival düzenlemiyoruz degil mi?

Ara Güler


kör topal cumhuriyetimizin taçsız krallarından biri olan bu adami, nezih tavlaş'in yari biyografi yari roportaj kitabi foto muhabiri ile bir kez daha tanima şerefine eriştik.(çok ciddi bir giriş oldu.. sanırım) heyyyoooo!! madem bu erişenlerin içinde kendimi mustehzi bir yere sokabiliyorum, o zaman bir kaç laf etmeli hakkinda, dermişim. (ciddiyeti bozmaya çalışıyorum bu noktada)

öncelikle bu adam çok sever vatanını. hatta o demiyor, ama muhtemelen biliyordur ki ali şeriati'nin mükemmel bir lafi vardir her insanin aklina kazıması gereken "düşünebilen kimse, kendi toplumsal ve kültürel gerçeklerine uygun bir dünya görüşüne sahip olabilen insandır." (ali şeriati'yi okuyunuz. kendisi devamli olarak elinde sopa olmayanın tanında olmuştur. sonra taraflar değiştiğinde, zamanında elinde sopa olmadığında desteklediği adam sopaya kavuştuğunda ilk önce ali'yi dövmüşlerdir)

işte ara güler tüm hayatını bu düşünce doğrultusunda yaşamıştır. kitabin bir yerinde william saroyan ile 1975'teki roportajini anlatirken şöyle diyor (ki kanımca ömründe en çok etkilendiği adamların, mesleki olarak etkilendiği adamların dışında olarak, en büyüğüdür saroyan) : " sokaginizin kücük insanlarini tanir misiniz? komsunuz kücük ayakkabi boyacisini, dondurma saticisini, deri ustasini, terziyi. william saroyan tanir hepsini. hem de tüm dünyaları ile. tüm dünyalıdır bu adam. onun bakışı ile insanlara bakmak, dünyayi ikinci kez kesfetmekten daha üstün bir şeydir. çünkü saroyan en küçük şeyin en önemli şey olduğunu öğretir bize.". toplumunun gerçeklerini bilme ve tanıma hadisesini o kadar abartmıştır ki kitapda "ulan trenler bile bir yere gidiyor biz oturuyoruz.." demelerinin akabinde sivas'a gidip oradan bir kilo kaymak alip, diyarbakir'a gidip tatlinin üstüne koyup yediklerinden bahseder. tüm o yollari alkol eşliğinde gidince ayıldıklarinda diyarbakirda olduklarini farkedip, oradan ödüllü bir roportaj ile dönebildiklerinden de dem vurur. (hoş burada, at yarışçı mantığı var. "bak bak hergelelik yaptik yine de kalktik süper roportaj oldu" demeye getiriyor. ulen sen bi bok çıkartamadığın zamanları da söylesene)

işte ara güler'in tüm sanat yaşantısı budur. artistlerin, ünlülerin fotograflarini bile cekerken onlarin dünyasinda olmak, onlarin kücük ayrintilarini göstermek ister. dustin hoffman'i bir artist olarak fotograflamaz mesela, koca burunlu olarak burunlu olarak fotograflar. picasso'nun "100 lira vermeyelim buna şimdi" diyip, çek yazdığını, zira çeklerin üzerindeki picasso imzasina kimsenin kiyamayip çekleri bozdurmadığını böylelikle picasso'nun parasının cebinde kaldığını bilmeden fotoğrafını çekemez onun. hatta bir gün lisa minelli'yi kalaylamıştır bu uğurda. "sahnede çek işte fotomu" diyen lisa minelli'ye "şipşakçı mıyım ulan ben!" diye çıkışmış, oracikta vermiştir ayarı..

ara güler her ne kadar zengin çocuğu olsa da tirnaklari ile kaziyarak, kendi başına öğrenerek ara güler olmuştur. kimse ona şunu şöyle yap, bunu böyle et, şuraya git, burayi hallet dememiştir. ve o yüzdendir ki kendisine bu tür şeyleri isteyerek gelen insanlara kizar. zeka bu dünyada saygi duyulacak tek şeydir onun için ve aptallara, debil'e kesinlikle saygi duymaz. öyle pek iyi bir adam da değildir yani. ona yardim edeyim, bunu kalkindirayim, şu sevinsin. ona göre her koyun kendi bacagindan asilmalidir. ha iyilik yapilir ama kendini zarara sokma pahasina değil..

velhasil kaldirim taşı büyüklüğünde bir pirlantadir ara güler. ne boynumuza asip dolaşabiliriz, ne de kaldirima döşeyebiliriz.. ama eşsizdir.. bu ülke bir daha ara güler görmek için muhtemelen bir 100 sene bekleyecektir.

ben istanbulda çalışırken, her akşam akşam yemeklerini ara cafe'de yerdim. işte o günlerin birinde çekildi bu fotograf. kendisi bir gün bana gelip "her akşam burdasın, beni öldürmeye mi geliyorsun?" diye sorana kadar gittim ara cafeye. birlikte foto cektiremedik işte korkumuzdan. ama şener şen ile birlikte çektim fotosunu.. hell yeah!

Perşembe, Ekim 08, 2009

Haftanın Resmi. Henri Cartier Bresson - Zıplak!

http://paulturounetblog.files.wordpress.com/2007/08/henri-cartier-bresson04.jpg
abi bir işin soyutunu yapabiliyorsan, ne bileyim "gerçekçilik akimi", "modernizim ekseni", "kedicilik menşeyi" gibi şeyler çıkartabiliyorsan ben o yaptiğin işe sanat diyebilirim rahat rahat. fotografa sanat demeyenlere de nanik yaparim. fotograf bal gibi sanattir. ha enayi bi sanattir o ayri. resim yapmak, heykel yapmak gibi zor bir şey değildir. bir ton masraf, ter dökmezsin basarsin tuşa hop akar gider. daha iyi makinen olursa daha da kolaydir basmak tuşa ama muhim olan neyi ne zaman çekeceğini bilmektir kanımca..

yukardaki fotograf, bu sanatin en şahanelerinden "henri cartier bresson" adlı bir insanın 1932 yilinda paris'te çektiği bir fotograf. cep telefonlarindaki 3 mp'lik kameralardan bile dandik bir kamera ile böyle bir foto çıkmış meydana.. "ziplayan adam pariste" adını vermiş fotografa da. adi hakkinda çok düşünmediği belli. zaten net işte, adam zipliyor daha ne konuşuyoruz ki? bresson büyük adam ama.. "louvre müzesinde ilk fotograf sergisi açan adam" gibi bir titr'i var. daha büyüğü ancak "monalisa'nın üzerine işeyen ilk insan" gibi bir şey olabilir sanırım..

ama işte fotoğrafi güzel yapan şey seni bambaşka yerlere götürebilmesi. sanatın tüm entelijansini siktir edin, bir takım insanları, bir takım yerlere götürebiliyorsa o resim/şarkı/kitap/fotograf o işte bir sanat yapitidir. bu kadar netim bu konuda..

Ce blog est un anarchiste

IMF karşıtı protestocular polisle çatıştı, Taksim savaş alanına döndü

aldığım eğitimi bir yana bırakalım, bir çok banka veya finans kurumunda çalışmamı da bir kenara bırakalım, bu blogun yazarı anarşist bir hergeledir ve bu istanbulda dün yaşanan banka parçalama eylemlerini yürekten desteklemektedir. 2-3 gün süren gösterilerde yaralanan vatandaşların, ve ölen insanın da anarşistlerin değil devletin değil polisin bok yemesi olduğunu vicdanı ile bakan rahatlıkla görebilir bence..

ama basın garip işte.. bir ton havale parasi verdiğinizde, "yillik masraf" diye sormadan para kesildiğinde, borçlara faiş faizler uygulandığında, dünya krizdeyken kazanan tek sektör bankacılık olduğunda ayıp değil onlara göre, camları kırıldığında çok çok ayip? hasiktir oradan acaip basin..

"efendim o bankalar içinde kalan insanlar, çalışanlar çok korkmuş".. bankalarda, şubelerde çalışan birisi olarak şunu diyeyim ben size, o bankalarda şubelerde çalışan insanların yüzde 95 i boktan insanlar. 700 lira maaş alip sex&city yaşamlar yaşıyorlar..

sevmiyorum üretime katılmadan kar etmeyi, sevmiyorum "piyasaya para pompaliyoruz" ayaklari ile tefecilik yapilmasini.. ve işte bu yüzden, bu blog anarşisttir!

Haftanın şarkısı #36 & #37: Father and Son & Feeling Good

bilimin bize verdiği süper cevaplarin ve geceleri rahat uyumamızı saglayan haplarin yaninda veremediği şeyler de var. mesela ne zaman nasıl büyüyoruz.

bundan 8 sene evvel babam ilk kalp krizi geçirdiğinde çok feci hissettiğimi hatirliyorum. dünyam yıkılmıştı ki dünyam ailemden ibaretti. tek cocuk olmanin özelliklerinden birisi dünyanizin iki tane kocaman kaplumbaganin sirtinda olmasi. kardeslerin sagladigi "atlas" vari dünya tutuşunu siz elde edemiyorsunz. o kaplumbagalardan birisi "yeter" demeye calismis, ama yine çağdaş bilim buna izin vermemiş ve hayat devam etmişti. ama gerçekten kendimi felaket hissetmiştim. ellerimi başımın arasina koyup saatlerce durduğumu ve bir yandan da agladigimi hatirliyorum.. hoş bir soda şişesinin üzerine oturup ölmeyi beklememiştim yine de..

bu gecen haftalarda yazdigim babamin ikinci enfarktusunun bana öğrettiği bir şey oldu. o da resmi olarak büyüdüğümü farketmem. (resmi gazetede yayinlansa böyle şeyler daha şenlikli bir cumhuriyetimiz olabilir) ulen adam ölüyor orada, tamam ben felaket bir endişe içindeyim ama o 8 sene önceki dünya yıkılması durumu yok. bir tevekkül hasil oldu "ne yapalim böyle işler sırayla" diyebildim bir an. şu yazilmamiş ama bir şekilde herkes tarafindan öyle olmasi düşünülen, öyle olmasi uygun görülen hadise vuku buldu "önce ebeveynler gider buradan" ya da el yazisi güzel diye dandik düşüncelerini okuyabildimiz çiçero'nun dediği gibi "savaşta babalar oğullarını, barışta oğullar babalarını gömeler" (o dönemlerde çok sahane fikirleri olup okuma yazma bilmeyen insanlar olduğuna eminim)

hayat size, ebeveynlerinizi kaybettiğiniz zaman yaşayacaginiz aciyi, kolunuzu kaybetmekten, serce parmaginizi koltugun ayagina carpma durumunda yaşayacaginiz aciya çeviriyor.. acı yine büyük ama işte hayat devam edecek, biliyorsunuz..

velhasil bu "sirayla" kismi şükür ki ertelendi. hala birlikte güldüğüm, benim okuduğum kitaplari ben yokken araklayip okuyan, benden çok seven, yemek yapip bize yediren, komikli bir şey izlediğimde, kafami çevirip o gülüyor mu diye baktığım, en büyük galatasarayli, ve sallanan koltukta uyumayi seven ve tansiyonu benimkinden küçük çıktığında "nasil koydum" bakışı atan, kocaman bir babam var.. eh kendimi mükemmel hissediyorum haliyle.. yorum yazan, geçmiş olsun diyen herkese teşekkürler..


bu arada iki şarkı. ilki cat stevens.. "father and son" bu ingilizler bir şekilde babalar hakkinda en şahane sanat eserlerine imza atmişlar. şu daniel day lewis'in oynadigi "in the name of father" aklima geliyor zaten ne zaman babami düşünsem mesela..

ikinci şarkı da koyu tenlilerin en güzel kadını nina simone'dan "feeling good" güneş bile insanin mutlu olduğunu bildiğinde, şarkı söylemekten başka bir şey kalmiyor diyor neticede.. ki bu zorluklarla geçmiş ömründe ne kadar az mutlu gün yaşamıştır nina simone.. ben söyleyeyim "12" (kusuratli verdim farkettiyseniz)

Perşembe, Ekim 01, 2009

Yine bana dair


bloga öyle net bir şekilde hayatimdan parcalar yazmak gercekten hoşuma gitmiyor. bir insanin bloglarda "bugun sevgilimle birlikte oldum bana süper bi süpriz oldu 2 tane pipisi varmiş" gibi yazilar yazmasini "bugun kazanım ölmüş, ama neyse ki doğurmuştu" gibi günlük tutmasini mantikli bulmuyorum..

ama şu an o kadar mutsuz/yalnız/sinirliyim ki ve durumu anlatcak pek kimsem olmadigindan oyle çaresizim ki ancak buraya yazabiliyorum.. yoksa bir insanin neden akli melekelerini yitirdigine birebir tanik olacagim aynanin karsisina gecip..

öncelikle şöyle diyeyim. bu aralar başıma beni mutlu etmeyen seyler ardi ardina gemlekte. bu ying yang dedikleri şey mevcutsa, bir ara cok fena mutlu olmam gerekiyor.. gecen hafta cuma günü sevgilimden ayrilinca, evde yalniz mesut otururken dün aksam gibi annemi aradim. kendileri istanbulda babamla turistik seyahatteler. istanbulun ne kadar yatiri varsa gitmişler maşallah. ama dün gece bana annem:

"sakin ama sakin panikleme, gelmeye calisma ama baban kalp krizi gecirdi" dedi. sali günü 3 civarinda kriz gecirmis. çok bir şeyi yokmuş, stent takilmiş, gayet yürüyebiliyor tuvaletine kendisi gidebiliyormuş.. bundan 8 sene evvel de kriz gecirdiginden durumun nasil olabilecegini, kotunun ne oldugunu biliyoruz.. eh eş dostu falan aradim ettim biraz yardimimi dokundu doktoruyla konustum, gelme etme dediler ama yannız başınayım sonuçta.. tek çocuk olmanin en boktan yani bu.. boyle felaketler sirasinda devamli yalnizsiniz. bir orman gibi kardeşçesine durumu bir kaktüs gibi dikenliymişcesineye dönüşüyor. yanındaki 2 kaktusun birden yok oldugunu gorunce günesi direk beynine yiyorsun "ulen ben hazir degildim, buna gore su depolamadim" diyene kadar buharlasiyorsun işte..

her neyse. gecen hafta ayrildigim icin hemen eski sevgilimi aradim tabi. herkesden evvel onu aradim. cünkü ben bu kiza seviyorum demişim anladiniz mi? öyle boktan bi kelime soylememisim yani seviyorum demisim, olmuyor nasil olsa gidiyorsun ayrilalim demişim, ne bi hirlama olmuş, ne bir gürleme olmuş "ok mi ok ayrilalim bye" denmiş.

dün konustum, ettim. hos msnde konustuk, ben sms ile rahatsiz etmemek icin durumu anlatmistim ama aramamistim işte. o da aramadi.. eyvallah ne bileyim.. aramayabilir..

ama bugun, yahu bir kere nasil oldun diye bir şekilde sor degil mi? saat 2300 gibi mesaj attim ben buna "iyi misin" diye, dedi "iyiyim" 10 dakika sonra mesaj attim "böyle yapinca sana olan sevgimi bitiriorsun en ihtiyacim oldugu zamanda arayip sormayarak" dedi ki, "bitmesi gerekiyor demek ki"..

bir takim sahislar buna makul diyebilirler ama ben anlamiyorum. gercekten. sevgililik bitince insanlik da mi bitiyor? nasil bir kötülüktür bu? ben seninle sevgili oldugum icin kimseyi aramamis, kimsenin yüzüne bakmamisim, arkadaslarimla disari cikmak yerine yeri gelmiş senle disari cikmisim, sen bu durumda "bitmesi gerektigi icin aramadim" diyebiliyorsun..

kim ne derse desin bilmiyorum ama ben bunu hemandeki iskelator bile yapmaz diyorum. gölgelerin gücü adina falan da, heman'in babasina bişi olsa "abi kavga baska insanlik başka, kaldi ki ben insan degil bi iskelator olsam bile durumunu anlarim" diyebilir.. ki demiştir de..
http://www.diziler.com/gallery/47330801e2f24eebebb9ded622ff3e7799e758b3m.jpg
böyle insanlarin gercek anlamda var olmasina, dahasi benim onlari sevmeme sasiyorum.. "seni seviyorum" demek ne kadar anı anlatan bir şey bazilarinda..

numarasini silmesem cok fena seyler soyleyecektim. sadece bir beddua ile "umarim basina kötü seyler gelir" demekle bitirebildim. onun icin de pismanim gerci. özür dilerim buradan..oysa 3 kere arayip halimi sorsa, evlilik teklif etmeyecektim..

ayrica benim babam sanırım onu dovecek! cünkü benim babam çok saglam birisi ve kocaman elleri var ve beni üzenleri döver.. gerçekten dövebilir. ayrica sordugunuz her soruya da dogru cevap verir bir kere! ama yine de söylemicem ben kalbimi çok kırdığını. dövmesin gerek yok yatsın o iyi olsun yormasin kendini bi daha sadece.