Cumartesi, Eylül 05, 2009

Haftanın Şarkısı #33






yaklasik 34 senedir internette bir şeyler yazmaya calisiyorum. kimi dönem hiç üşenmeden bir çok yazi yazabilirken, kimi dönem de insan yılıyor. bunun onlarca nedeni var aslinda. mesela izlenen filmler, okunan kitaplar, yaşanan şeyler insanda daha çok yazma isteği doğuruyor. tüm gün çalışırsan, yapman gereken işin dışında bir şey yapmazsan tıkanıyorsun. Ama benim durumum başka.. Ben mevsimlik işçi gibi bahar aylarında gaza gelip, sonbahar aylarında susan bi adamım. 34 senedir bu böyle. Ağustos- eylül aylarını her zaman boş geçtim.. Tamam yalan söyledim. en fazla 6 senedir internette yazıyorum..

Oldum olası sonbahardan nefret etmişimdir zaten ben. Kış dediğin yalnızlıktır çünkü. Pencerelerin kapanmasıdır (pencereler kapanınca evin içinde yalnız kalırsın, sokağın sesi gelmez artık, soba üzerinde kavrulamayacak kivamda bir çekirdek aile olunca sessizliği daha çok hissedersin), gecelerin erken gelmesidir, hava karardıktan sonra gelir baba işte eve, yere çıplak ayakla bastığın için babandan azar işitmektir, banyodan sonra üşümektir, çok ama çok üşümektir. En başında kış dediğin çorap giymektir yahu (hatta patik giymeye zorlanmaktır)

Kimse kusura bakmasın bana son bahar yağan yağmurlari, yaprakların düşmesini, keanu reeves'in "oh sweet november" diyip diyip charlize theron'a cakmasini, mandalin yemeyi hatirlatmiyor.

bir de ramazan var tabi. ramazan bizim eve her türlü tatliya gül suyu atilarak geliyor. güllaç yapiliyor, sütlaç'ın üstüne gül suyu atiliyor, gul sulu corba falan yapiliyor ki akliniz almaz.. bi de bu ispartalilar kendilerinden geçmiş durumdalar gül suyu markaları konusunda. "gülşah gülsuyu","gülizar","gülnihal" ve hatta "güliver gülsulari" gibi markalari var. geçen fox tv'nin tgrt'den kalan kasetlerini yayinladigi anlarda gördüm. arkadan konusan abinin ses tonu ile "bu ispartalilar güleç insanlar.. gül yapraklarini yumruk yaptiklari avuclarinin üzerine koyuyorlar, sonra diger ellerini o yumruklarinin üstüne vurup böyle böyle gülün yagini cikartiyorlar" gibi bir şey söyledi. öyle bir manyaklik anlayacaginiz..
tüm bu dram içinde benim de yazasim gelmiyor işte. her sene bana kış gelmiyor da sanki dünyama bir meteor carpmak üzere gibi geliyor. eh dünyama meteor carpacaksa bir şeyler yazmanın ne anlami var arkadas? sahile gidip meteor'un dalgalarini beklerim yıllardır konusmadigim babama sarilarak (güzel filmdi deep impact.. tea leoni'nin eniştesi falan türkse ve bunu okuyorsa kusura bakmasin. hastayiz kendisine falan ama evli kadin sonucta yengemizdir!)

velhasil nevrotik ortam içinde yapilacak en iyi şey kitaplara, filmlere vermek kendini.. kitaplardan "benden selam söyle anadolu'ya" su anda elimde. 19. yüzyil sonu ve 20. yüzyil başı egesinden, izmir'imden bahsediyor. rumların gözünden, bu toprağı seven insanların gözünden. sarı kışlayı, yalıları, fotika'nın kerhanesini, saat kulesini, punta'yi anlatiyor..

filmlerden ise "je vais bien, ne t'en fais pas" yani türkçesi "ben iyiyim, dalganiza bakin" şu soysuzlar çetesindeki film salonu sahibi arkadaş oynuyor. kanımca amelie, jeux d'enfants ikilisini tamamlayan bir film. gözlerinizi kocaman acip "ama yaaaa" diyerek izliyorsunuz.. bu haftanin sarkisi da bu filmin soundtrack'inden.. aaron diye bir arkadas filmdeki sari kiza söylüyor.. lili.. (keşke kitaplarin da soundtrack i olsa degil mi? bi cd de verseler. ilk chapter'i su sarkiyla, sonrasini su sarkiyla okuyun deseler)