Salı, Temmuz 28, 2009

Gordion Düğümü

(canlandirma)


Tarihin tarih olmadığı zamanlarda, yani televizyon daha yokken, insanoğlu her zamanki gibi sıkıcı hayatlarını eğlenceli kılmaya çalışıyordı, bunun için de savaşıyorlardı. ama bu savaşların nihayetinde birisinin çıkıp da "dünyanın hakimi benim" deme isteği inanılmazdı. yani savaşıyorsun ama, sonuçta bir altın kemer verecek, bir dünya kupası verecek federasyon yok. zaten belli bir dünya konsepti yok o zamanlar. mesela kıbrıslılar bi zaman kendilerini "biz dünyada değiliz ağbi, etrafimiz deniz bi kere neresi dünya!" diyerek kandırmışlar. o derece bir ortam.

işte bu fakru zaruri ortamda insanlar kendilerine "şöyle olursa dünyanın hükümdari olursun" diye bissuru zamazingo belirlemişler. işte mesela kristal kelle yapmışlar (ki ormanda 10 kaplan gücündeki fantomun alameti farikasıdır), kılıç dövmüşler "kılıcın sahibi acaip süper kraldır" demişler, ne bileyim efendim, mesela iskoclarin "scone taşı" dedikleri bir şey var. zamanında hz yakup yastık yapmis kendisine, kralice victorya da üstüne oturup taç giyince allah allah demişler, dünya hakimiyiz..

işte bu zamazingolarin içinde bir de gordion düğümü diye bir şey var. şimdiki ankara polatlida atilmiş kocaman bir dügüm. demişler ki "bu dügümü çözen arkadas dünyanin hükümdaridir".. köyün delisi dahi herkes denemiş.. olmamis tabi. dügüm hakketten süper..

hoş bu düğümü atan şerefsizin ismi olsa olsa "fikret korkmaz" adi altinda sivasli bir çiftçidir. müslümanliga henüz 1000 sene var iken yine de namazinda niyazinda olan korkmaz "essegini önce saglam kaziğa baglican sonra allaha dua edicen" düstürü ile essegini bir kaziga baglarken akli donmus ve bu dugumu olusturmustur.. garibim essek o kaziktan ömür billah ayrilamamistir..


iskender de gelmiş bi gün.. kimsin demişler buna, demiş ben büyük iskenderim.. önce dalga geçer olmuşlar "bunlar da bizim kücük iskenderler" demişler.. yakismamis tabi. köyün ortasinda kocaman dügümü gören iskender "nedir bu" demiş.. demişler böyle böyle "sikerim dügümünü" demiş iskender de, tek kilic darbesi ile kesilmiş dügüm, cözülmüş her şey.. köylüler şaşkina dönmüş tabi direk secde etmişler "zulkarneynmissin sen" demişler..

bazi arkeologlar cikip "cok iyi cikarilmis bir iştir cok iyi bir dügümdür" falan diyorlar bu dugum icin..

abi pardon nesi iyi yapilmis bir iş ?
hadi denizci olsa tamam diyecegim "bravo, süpper ben böyle düğüm görmedim afferim sana" diyecegim ama polatlida düğümün işi ne arkadas? düğüm atmak sana mi kalmis hayir attin madem çöz.. böyle bir rezalet böyle bir kaypaklik.. hani düğüm bir şeyi tutsa anlayacagim. ortada kocaman bir düğüm neymiş "çözen dünya hakimi olacak" pardon hangi argumana siginip bunu diyorsunuz siz? bir de orta anadolu insani şu tarz demiştir
"arkedeş iskender misin nesin na bu düğümü çözersen dünya hakimi oluvercen. yok çözemedim bilemedim dirsen hiç olmicen.. kablet"
olmaz.. olmamali..

ne yorum verirsen elinle, o gelir seninle!!

Pazartesi, Temmuz 27, 2009

haftanın şarkısı #30


öncelikle şunu söyleyeyim, günde 400 ile 500 kişi ziyaret ediyor bu blogu.. eğer ki google analytics benim kendimi iyi hissetmem için palavra atmiyorsa, bu samimi bir rakam.. bugun bizim eve 400-500 kişi girse bi garip olurum..

ama gel gelelim onca okunmaya onca etmeye ragmen yorum alamiyorum.. allaskina soyleyin nerede yanlis yapiyorum da yorum almiyorum ben? niye yorum yapmiorsunuz lan postlarima? eşek başı mıyım ben? yazık vallahi yazık. yeri geldi atatürk'ten bahsettim, sırf yorum yapasınız, "atatürkten bahsedilmedi" olmasın diye. ama yok.. yine yok..

her neyse. bu hafta yine hakkında tek bir söz söylemeyeceğiniz bir şarkımız var. bu sarkiyi su ozan güvenli melis birkan'lı avea reklamından dinledim yeniden.. reklamda çalan müzik için istihareye yattim. "allah ben bu şarkiyi biliyordum, filmini de izlemiştim hatta 70lerdeki bi fransiz filmindendi, rüyamda göster yarappimallahimamin" dedim. şimdi bazi ateist kardeslerimiz "hah ha olur mu öyle hic" diyeceklerdir. ben de onlara tokat gibi bir cevap verecegim: bu reklamin arkasindaki müzik anouk aimeenin oynadigi une homme et une femme yani "bir kadin ve bir erkek" filminin ana temasi..

filmde bir kadın var, bir de erkek var. erkek olan araba yarışçısı, kadın olan da bir meslek sahibi. ikisi de dul kalmış bunların genç yaşlarında ama çocukları var.. kreşe gidiyor çocuklar da, sonrasında bu şöför bu kızı kesiyor, vay efendim ne kadar erik gibisiniz, sizi küdürdetmek lazım falan filan..

en sonunda mutlu sonla bitiyor film. zira aralik ayinda bile üstü açık bir arabayla gezebilen fransiz erkegine simdiye kadar hangi kadinin dayandigi gorulmus ki..

mireille mathieu'nun yine "sarkinin bir yerinde burnumu düsürebilirim ama üstüne basmayalim" ses tonu ile soyledigi bir versiyonu da vardir reklamdaki müzigin.. ona da suradan meyledebilirsiniz:

yorum gelsin diye hepimizin hayatinda olan bir şeylerden bahsetmem lazım sanırım pucca ekolünde olduğu gibi. geçen gün market alışverişi yapayım dedim. zira evde zengin piçi yiyeceklerim bitmişti. bir çedar peynirim, bir barbekü sosu, jalepeno biberim falan eksilmişti. bunlar olmasa da çok kral yaşayabilen bir insan iken kendimi zengin piçi oktay gibi hissedemiyor, asla itir esen gibi kadinlara yanaşamayacagimi düşünüyorum. neyse efendim hop giyindim havai şortumu şıpıdı terliklerimi aktım tansaş'a.. gideyim dedim bi de bir ipne misali yanlız gecelerimi fransiz filmi izleyip şarap içerek tüketeyim. aldım bir tane kirmizi şarap (gezi modunda yazayım bordeaux şarabi: 21.6) diğer zamazingoları da alınca vakit kaybetmeden kasaya gittim. kasadaki hanım kızımız pat pat geçirmeye başladı, cedar peynirlerini, danone yogurtlarini, 2 saat sonra fransiz bisiklet turunun bir etabinda yolun kenarindan "allez, allez mina kodumlarim allez" diye bagiracak ortalama bir fransiz ailesinin carrefour alisverisi gibi alisveris yaptigimi farkederken, sarabi gecirdi bizim kiz.. basladi mi bu aglamaya.. nasil agliyor ama..

hemen "kuzum noldu" diye sordum.. eski sevgilisi ile en son bu saraptan ictiklerini oglanin sonra askere gittigini ve ondan ayrildigini "bensiz daha mutlu olursun.. cenk ile evlenmelisin. eger beni beklersen bugun degil, yarin degil ama bir gün mutlaka mutsuz olacaksin.. edremit mi? edremit bir gün bizim olacak!" dedi"

yalan söyledim.. "aha bu aglatti kizi" olmasin diye kaçtım hemen.. neme lazim. şahit falan yazarlar..

Perşembe, Temmuz 23, 2009

20 bin kişiyi kafalayıp piramit yaptırmak


dev proje, discovery'e cikacak mega yapilar ayarinda bir şey bu..

şimdi olay şöyle.. biz türk erkekleri, türkiyedeki kızların yataga girme oranlarinin düşüklüğünden dolayi 20li yaşlarımızın ortalarında laf ebeliginde kendimizi aşıyoruz. o an istedigimiz yegane şey yataga atmak oldugundan, tava getirdigimiz kiza ancak "hadi seviselim" komutu verebiliyoruz..

oysa meslek içi egitim ile kendimizi gelistirebilirsek, yarinlara miras olacak, cocuklarimizin, "atalarimiz ne cileler cekmis" diyebilecekleri bir miras birakabiliriz..

efendiler!! kizi yataga atmak yerine kizlara "afyonda piramit yapalim" desek? "işte onca emek, onca yatirim sonrasinda ülkeme hizmet ediyorum" demiş olmaz miyiz? turizm hamlesi degil midir bu?

hadi sevgililik muhabbetini geçtim, bu ülke "albay'ın karısına bu telefondan tacizde bulunulmus, cabuk gidin 500 kontur alin" diyen insanlara kilo kilo kontur alan insanlarla dolu.. ne var kontur yerine taş taşıtsak?

hem afyon dedigin sehir tas ocaklarina yakin, ayni zamanda turizm'e ac bi şehir.. hadi tas ocaklarini, mermer ocaklarini gectim sehrin ortasinda kocaman kaya var yahu. onu kes piramit yap.. hemen oradan cikarttiririz taşı "sevgilim, bebegim benim için şu taşı tepeye taşır mısın, ayrica allaskina kac insan var ki aynı filmlerden hoslansin ya??" demek zor mu?

sevapları bana gönder (sms ile)


keşke sevaplarimiz cep telefonumuza gelse.. kesinlikle dalga geçme amacı gütmüyorum ama, dinin modernleşmesi sürecinde gerçekleşse çok kral olacak bir uygulama bu. bir sevap yaptigimizda tak gelsin cep telefonumuza mesaj "şu kadar sevap kazandınız, iyi günlerde harcayin" şeklinde..

hoş sevap denilen hadisenin neyle ölçülebileceği konusunda bir bilgim ok. tane tane degil onu biliyoruz en azindan. zira "büyük sevap" diye bir konsept var. ki mahalleden arkadaslarimla en son muhabbetimde büyük sevaplara örnek olarak "keraneden kadin bulup evlenirsen büyük sevapmis abi" sunuldu önüme.. küçük sevap konusunda bi bilgim yok ama. yoldaki taşı kenara çekmenin küçük sevaplardan sayilabilecegini düşünüyorum ama ben..

metreküp civarinda bir ölçüsü varsa sevaplarin aklima direk autobot'larin enerji kutulari gelir.. böyle seffaf kare kare seyler gelir gözüme. megatron calar diye korkarim..

velhasil bence yapilsa cok sahane olur. mobese kameralari var bissuru adimimizi cekiyorlar, oturtursun her ilin müftüsünü başına, tak tak yazar oradan sevaplari gönderir mesajla. biz de ne yaptigimizi biliriz. trafik cezasi yazmasini biliyorlar ama oradan görüp görüp.

böyle bir uygulamanin toplumun daha iyiye gitmesi yönünde canavar bi etki yaratacagina inaniyorum ben.. o kazanilan sevaplar ile de kendi ceyreklik, yarim senelik bilançolarimizi cikartabilir ona göre kendimize çeki düzen veririz. hem "parayla,iman in kimde oldugu belli olmaz" sözünü de "iman belli, para kimde?" şeklinde değiştirebiliriz. isteyen sevap puanlarini facebookuna yazar, isteyen gizler gizlilik ayarlarindan "sevap puanlarimi gösterme"der.. ama mesela ben kredi versem, evimi kiralasam sevabi daha yüksek insana veririm..



şu hayatta anlamlandiramadigim onlarca şey olsa da (mesela neden hayatlarında göremeyeceği, iletişim kuramayacağı hayvanlarin belgesellerini insanlar "ya böyle aslan geliyor böyle yiyor abi sonra.. inanmazsin yani birden" şeklinde izlerler? ) en merak ettiğim şey sanırım neden "yeni televizyon modellerinin reklamlarinda, pastel renkler, acaip güzel görüntüler" gösterilir..

yeni samsung televizyon o kadar güzeldir ki, bir su damlasının suya düşmesini, bir yapragin muhtesem renklerini, behlülün dudaklarini falan mükemmel gösterir.. ulen tamam. gösteriyor da sen o görüntüleri benim dandik televizyonumda izledigimin farkinda misin? cok güzel renkler koymussun ekrana da benim televizyonumun çalışma prensibi "sariyla maviyi karistirinca noluodu? gecen ne renk yapmistim?" kivaminda düşüne düşüne.. bazen maç izlediğimizde mavi bir sahada oynuyor futbolcular maçlarını mesela. sen nie benim kiytirik televizyonumda kendi televizyonunun mükemmel renkler gösterecegini söylüyorsun ki? görmüyoruz işte mina koyiim hasta misiniz?

Çarşamba, Temmuz 22, 2009

türküm?


mustafa kemal'i biraz beyin hücresi taşıyan insan sevmelidir. bunu bi kere kabul edelim. ama kendisini seven bizlerin yüzde 80'inin atatürk hakkindaki yegane fikri "atam atam sen kalk ben yatam" kivamindadir.. bu tarz atatürkperver insanlarin, atatürk seviciligi tamamen aileden kaynaklidir.. babalari atatürkcü degil de nurcu olsaydi ayni seyi muhtemelen "forza feto" seklinde yapacaklardi. atatürk hakkinda zerre nesnel fikri olmayip, bir tartismada (mesela batida en cok tartisilan, mustafa kemal diktator muydu) mevzusunda bu yüzde 80'in verecegi yegane cevap "mavi gozlerine kurban oldugum, kendisini cok ozledigim, taptigim adamdir" olacaktir..

oysa ki bu mükemmel adamin kisisel hayatini bir kenara birakin, dünya devletlerine körü körüne söz gecirebilmesi bile muhtesemdir. su an yasasa ayni seyleri yapabilir miydi bilmiyorum ama su an yasayan hic bir ulustan hic bir lider kendisi gibi pat diye kabotaj yasasi gibi yasalar cikartamaz, yabancilarin elinde olan demir yollari gibi şeyleri pat diye devletleştiremez.. gandhi dediginiz adam bile atatürk'un yaptiklarinin 10'da birini yapamamistir.

kanimca yaptigi en büyük hata, ziya gökalp'in gazina gelip türkcülük ekolunu savunmuş olmasidir. oysa ki kendisi de tüm hayati boyunca bunun gercek olduguna inanmak istemis, günes dil teorisi gibi sacmaliklari kurcalamis, "orta asyadan buraya gelen türkleriz" savini icine sindiremese de reddetmek için cok gec kalmistir.. ülkenin ismini "türkiye" koyduktan sonra ne yapabilirsin ki zaten.. oysa ki kendisi de bilir ki bu ülkede türklerden cok hitit, frigyali, troyali, iyon, pers, slav, bosnak, laz vardir.. ki o zamanlar dna testi gibi bir şey olsa, kendisinin de inandigi gibi (ve trikopis'e "simdi hektor'un ocunu aldik" dedigi gibi) aslen türkden ziyade anadolulu oldugumuzu ispat ederlerdi.. o zaman elin cinindeki uygurlari kendimize yakin gormek yerine, bizim ülkemizden kacip kendilerine bir uygarlik kurar troyali kardeslerimiz italyanlari kendimize daha yakin bulurduk.. inanin o zaman tarih bambaska sekillenirdi..

ki kendisinin gaziyla kurulan, "ülen türkiye dedik ama tam emin degilim bunun altini teorik olarak dolduralim" demesiyle acilan türk tarih kurumu'nun "orta asyadan gelip bir kisrak basi gibi akdenize uzanan anadoluya dolusmusuz" teorisi sadece türkiyede bilim cevreleri tarafindan desteklenmektedir 21. yüzyilda.. genel anlayis, tüm hint avrupa uluslarinin kafkaslardan üredigi (ki filmlerde gorursunuz, beyaz irka kafkasyali derler) bir grup türkün orta asyanin dandik ortamina dayanamayarak avrupaya kuzeyden gelip manyaklik yapip romayi yikmaya kalktigidir.. yani kendisinin de bildigi ama soylemedigi gibi biz genel olarak zaten buradaydik hep.. bir kisim gitti ve geri geldi.. ama asla "malazgirt savasi ile anadolunun kapilari türklere" acilmadi. lider bir iki türk vardi, geldiler anadolu halkinin icinde asimile oldular, ve 600 sene türklügün adi bile anilmadi bu topraklarda.

osmanli her zaman kendini troya'nın varisi gördü. ki bu nedenledir ki osmanli hic bir zaman roma'nin üstüne yürümedi.. rodos gibi alinmasi imkansiz bir adaya bile saldirirken, kardesi olarak gordugu romaya dokunmadi hic bir zaman..

türklerin dna haritasi hakkinda: http://www.radikal.com.tr/...eid=938010&categoryid=77

turk tarih tezi hakkinda : copeaux, etienne, türk tarih tezinden türk-islam sentezine, istanbul, tarih vakfı yayınları, 2000, isbn 97533307.

http://tr.wikipedia.org/wiki/t%c3%bcrk_tarih_tezi (bakiniz burada hadisenin ingilizcesi bile yok)

ayrica (bkz: kurgan hipotezi)

Pazar, Temmuz 19, 2009

neden avrupalilar amerikayi buldu da amerikalilar burayi bulmadi


neden amerikalilar gelip avrupalilari kolonize etmediler de avrupalilar gidip amerikalilari, afrikalilari kolonize ettiler sorusunun cevabi jared diamond tüfek mikrop celik kitabinda mevcuttur..

arkadas nedenleri 3 e ayirmis da tak kitabin ismini koymus.. yazik.. sahsen ben boyle bir kitap yazsam ismin kralini koyarim.. her neyse konu o degil..

goruldugu gibi 3 hadise var..

tüfek yani teknolojinin gelismesi, avrupadaki verimli topraklardan, besin degeri yüksek gidalardan, inek gibi tarimda kullanilip, protein bakimindan güclü yaratiklardan geciyor.. ne inek, ne bugday diger kitalarda bulunan bişey degil zira.. inek özellikle tarimda cok kilit bir noktada.. yani nedir? yesil ot yiyip beyaz süt veren inek sayesinde bir kisim öne gecmis sayilioruz (avrupali saydim kendimi.. aslinda orta dogudur ya bunlarin cikis noktasi.. )

ikinci hadise mikrop.. eski kita disinda avrupalilari zorlayacak yegane sey sitma iken, ve onla da bir sekilde bas edebiliyorken, güney amerikali dostlarimiz yemis kizamigi, yemis su cicegini.. felekleri donmus, uygarliklari yikilmis.. "altin da mühim ama, saglik gibisi yok" demişler. onlarca altın mask, bilmem ne yalan olmuş..

ücüncü hadise celik ise, yine avrupada mevcut bişi.. kömür madenleri sayesinde cosmus da cosmus avrupali.. vermis kilici, vermis zirhi.. yapmis gemileri.. baglamis tahtalari..

neyse esas benim garibime giden nokta bu kolonizasyon süreci tamamen deneme yanilma uslubu ile oluor.. kimsenin bi bok bildigi yok bu hususta.. mesela yeni insanlarla karsilasior ispanyollar.. ama kisa boylu, saclar bir ridvan dilmen saci.. yakaliyorlar bir tanesini romaya goturuorlar.. papa'nin onune koyuorlar "hasmetmaab soyleyin bize.. eer bu yaratik insan degilse öldürelim, yok insansa hristiyan yapalim" papa da bazi insanlik testleri yapior arkadasa.. testler sirasinda ölüyor tabi bu güney amerikali dostumuz.. ölünce "vaaay insanmis" deseler de avrupada ölen ilk amerikali olarak tarihe geciyor..

hülasa colonizasyon cagi garip bir cag.. insallah ömür yeter de baska dünyalari kolonize cagina yetisiriz.. aha buraya yaziorum o gün gelsin tüm mikroplari alip akicam yabanci gezegenlere..

aya yolculugun 40. yıl dönümü

uzay müdürü: na oraya göndericez başkanım
rahmetli başkan kenedi: bööyle bu taraflara demi?
uzay müdürü: aynen. gel bak burdan bak tam parmagimin gösterdigi yere
kenedi: vay vay vay vay. kocaman mekik yahu bravo valla.. saçtan mı yapmışlar bunu kompile.. hay anasını beee...


nur içinde yatsin. kendisi göremedi aya çıkıldığını ama nixon gördü. yaşa varol nixon. nixon'ı sevmeyenler utansin zaten..



ay hakkında daha geniş bi yazım var burada.. eskilerden..

Cumartesi, Temmuz 18, 2009

haftanın şarkısı #29



küçükken başıma ciddi bi sorun gelse annem devamli olarak "şükret haline şükret bak ne kötüler var" derdi. hem de böyle ciddi sorunlar olurdu, ne bileyim süt dişlerimi atip tüm hayatim boyunca bana yarenlik edecek dişleri alirken neredeyse 1 sene boyunca agzim kanla dolanmış, 7 yaşında aşık oldugum kızın suratina kan hapşurmuş onu hayattan tiksindirmiş olsam dahi annemin "şükret oğlum ya çift kafalı olsaydın? ya bi vucudu paylasmak zorunda kalsaydin? bak ingilterede varmış!" gibi çıkarımları olurdu. o zamanlar da salak oldugumdan "hakket ya, ya iki kafali olsaydim? allah korumuş valla" derdim.. ulan milyarda 1 olan bir olayi niye ben örnek alip şükrediyorum demezdim hiç.


küçük bi çocuksun neticede, illa ki bir ara dünyanin en muhtesem seyinin sende olmasini istiyorsun. şu cocukların ben pokemonum diyip atlamalari da bu yüzden bence. cünkü o yasta sen dünyanin en zekisisin, dünyanin en hizli koşan adami, dünyanin en uzagi goren veleti ve ayrıca ucabilen gerzegisin. ama işte ben koca bir hiçtim. her zaman benden daha süper insanlar vardi. hastalikta bile. benim dizim şişse, ayagini timsah a kaptiran bi adam olmadigim için şükretmem öğütlenmişti çünkü (bu konuda ciddiyim)

ama bu şükür olayi çok ters tepti. dramatik bir insan olmak istedim büyüyünce. herkes baksın bana "vah vah şükür ki azuth gibi degiliz" desin istedim. hayatimda sorunsuz olabilecek her seyden kacip bela olabilecek seylere dadandim. yanımdaki kızı sevemedim de, 6 ay sonra amerikaya gidip 4 sene kalacak kizi sevdim falan.
hoş anneme bunu söylesem annem bana gelip "çakal yakaladı mı hiç road runneri? bip bip de bip bip.. şükret haline şükret yedigin önünde yemedigin arkanda sonucta" der.. ben de hakket şükrederim..

bu garip kişisel bilgiler eşliğinde haftanın şarkısına geçelim. mad men etkisinden kurtulamayan biri olarak "mine" diye de bir arkadaştan gazı alıp daha dogrusu onun isteği doğrultusunda şahane bir şarkı dinletmek istiyorum bu hafta.. "irving berlin" diye bir insan soylemis zamanında (nur içinde yatsın yatıyorsa).. sensiz kaldigimda, bir fotografa dertlerimi anlatmak yetecek mi? sensiz kaldigimda, sadece rüyalarınla neler yapacagim.. (şükretse oysa.. yani sevdiğini iranda rejim karşıtı gösterilerde kaybedenler de var sonuçta)

Pazar, Temmuz 12, 2009

Mad Men





mad men dizisi 1960ların ne yapacağını bilmeyen "allahim 15 sene oldu savaş yok" diyen, korkan, garipseyen, utanmayan, özenmeyen amerikasında geçen bir dizidir.. 2000li yıllardaki kablolu dizileri ve bağımsız filmler gibi hiç bir karaktere sempati ile yaklaşamassınız, çünkü bu dizideki her karakter ne iyidir ne de kötüdür. yılmaz güney'in filmleri gibi açıkcası. dahası gerçek hayat gibi.. hoş gerçek hayatta esra ceyhan gibi insanlar var. onları çıkartırsanız işte alın size 60ların amerikası.. insan oglunun 50 senelik süreçte, onca atılıma, yaşanan acilara ragmen insan oglunun esra ceyhan samimiyetsizliği üretmesi şaşırtılacak bir şey. politik doğruculuğun safağında bize sunulan aleni samimiyetsizlik. kanımca 60ların toplumundan farkli degiliz düsünce olarak. hala irkciyiz, hala ayrimciyiz, hala korkagiz ama işte politik dogrucuyuz bu da acaip samimiyetsiz..

dizi los angeles'ta cekildiginden midir nedir, insanları çok new yorklu havasında değildirler. en basitinden bu diziyle birlikte seinfeld'i izlerseniz kimin new yorklu kimin olmadığını anlayabilirsiniz. ama bu durum diziye bir "taşradan geldim, büyük şehirde uyum sağlayamadim" havası katıyor ki bugun izmirli, ankaralı veletlerin istanbula gittiklerinde orada çalışmaya başladıklarında yaşadıklarında farklı olan tek şey zamandır.


ilk sezonda sanırım paraları yetmediğinden ancak dükkan içi çekimleri görsek de ikinci sezonda yavaş yavaş karakterler dışarı çıkmış, 60ların sisli, sigara dumanli, pis ortamını göstermeye başlamışlardır. bölümlerin genelinde insan ilişkileri konu edilse de arka planda devamli olarak sigara, alkol, seks, zina, homofobi, ırkçılık, yahudi karşıtlığı, teknolojik bağnazlık, komunist korkusu bulunmaktadir. kanımca hayatlari nihayetinde bok gibidir bu insanlarin ve mutsuzdurlar. o ikinci dünya savaşı sonrasinda gelen patlama insanları mutlu etmemiştir devamli başka şeyler aramaktadirlar. zaten biryantin olmasa dünyanin en çirkin insani olabilecek don draper bir keresinde şöyle demiştir sterling cooper adındaki çalıştığı ajans hakkinda "burası üçüncü reich'den bile fazla kaybetmiş sanatçı ve entelektüel barındırıyor"

tüm bunların yanında kadınlar acaip hor görülmekte, ulu orta saygin insanlarin tacizlerine ugramaktadirlar. özellikle bekar kadınların hiç bir şansı yok bu dizide.. sekreterlere pandik atmayanlara iş verilmiyor gibi resmen. kötüsü kadınlar bunu kabullenmiş durumda. pandik atildiginda "ah şakacı mister kempıl" yapip geciyorlar. jane fonda gibi feminist aktivistlerin neyle mücadele ettigini idrak edebiliyorsunuz. hoş deği tabi bu seksüel aşağılanma. hepimizin anası bacısı var sonuçta..

velhasıl ağır ilerlese de, cogu insanin ilgisini çekmeyeceginden emin olsam da, "vay anasına" dedirten sahneler baya az olsa da mad men güzel bir dizidir. insanı 60ların ortamına sokar bir şarkıyla, bir replikle, bir duruşla. süleyman demirel yaşar bir yerde, ve frank sinatra güler yukarlardan..



mad men'in karakterleri 2 senede şekillenmiş, hepsi apayri insanlar olmuslardir. en sekreterinden en zengin piçine kadar kendi hayalleri, dramlari, ipnelikleri olan insanlar.


don draper: bu arkadas dizimizin baş kahramanı (protagonist diyebilir miyim lütfen! hayatim boyunca protagonist demek istedim) saclarına biryantin sürmediginde kendisi mardinli bir ikinci lig defans oyuncusuna benzemetek. bunu kabul edelim.. bu adamin kötü bir cocuklugu olmus. michael jackson gibi cocuklugunu yaşayamamış bu da büyüdüğünde sessiz sakin ama konustuğunda da boş konuşmayan bir adam olmasını sağlamış ki acaip özeniyorum ben buna. kiminle yeni tanışsa hiç bir şey söylemiyor bu adam. bırakıyor karşısındaki konuşsun. ama işte mesela bende olmuyor o. herşeyi anlativeriyorum birden "işte benim de nasır çıkıyor aynen öyle" "benim kuzen tirede okuyor simdi" gibi akip gidiyor. donal draper'in bu bağlamda hiç gerçekçi bir adam olmadığını düşünüyorum. hoş dizi boyunca götürdüğü kadınların biri hariç hepsi donald draper'in yaptığı işe hastaydı. o beat generation'ından olan manyak kız dizi başladığında hali hazırda bunun metresi olduğundan onunla nasıl aşna fişna olduklarını bilmiyoruz. kalifornialı kadın ise tamamen motor olduğundan konumuzun dışında. o beni görse benim üstüme atlardı o derece..

donald draperin sikko bi gecmisi olsa da sahsen ben bu gecmisin nasil elde edildigini hala anlamiyorum. spoiler vermek istemem ama izlerseniz allaşkına bana anlatın, kimliklerde foto yokmuymuş o zaman? tamam kendini geliştirdin be adam da kimse sana üniversite bitirdiğine dair bir muhabbet acmadi mi "haha calculus e kim girdi sizin?" denyolugu yapilmadi mi ? "yale demek, benim şükran diye bi arkadasim var kesin taniyorsundur" demedi mi? anlayamiyor cidden..

don draper'in nevrotik karısı betty: dizideki en güzel ikinci kadın olduğunu söyleyebilecegim bu fransiz filmlerinde kocasindan memnun olmayan ama yine de kocasi ile devam etmeye calisan nevrotik kadinlara benzeyen kadın sarışın ve ilik gibidir.. donald'ın kankasi olsam "yenge de erik gibiymiş abi be kütürdetiyorsundur sen onu" geyiğine girerim açıkcası. ilk sezonlarında tüm gün evde oturup temizlik yapan cocuklarina ilgi gösteren, komsunun kücük oglunun aklini alan, ikinci sezonda nedense türkiye jokey klubune yazilip halis karataş (bkz: bold pilot) ile aşık atan bir kadın. kocası binbir halt yerken bu garibim psikiatr memişlerine bakti diye kızar, satıcıyı eve aldım diye binbir tribe girer, çamaşır makinesi ile cinsel yakınlaşma yaşar.. velhasil nevrotik bir kadındır dedigim gibi.. işte allah güzellikten vermiş başka yerlerden almış..


donald draper'ın salak evlatlari bobby ve sally: sally biraz daha akilli olsa da bobby apayridir. haftada 1960'in parasiyla 500 dolar civarinda bir para kazanan donald draper'in beş yaşındaki çocuğudur bobby.. kanımca bobby ile tanıştığım için, dizi yapimcilarina ne kadar teşekkür etsem az. zira artik "aman benim salak cocugum olacak" "o kadar calistim cabaladim paralarimi kimler yiyecek" şeklinde korkmam gereksiz zira hiç bir çocuk bobby'den salak olamaz..

ocakta pişen gözlemelere dil atmak mı ararsın, yemekte oyuncak robotla oynayıp ortalığın amına mı korsun, piknikte tuvalete gidicem derken pipini mi düşürürsün, don draper'ın çıtır sarışın karısının üzerinde tepindigi bazayi mi kirarsin hepsi bu salakta..

ama ben söyleyeyim. şimdi bu 5 yaşında. yıl 1962.. vietnam savaşında kendini öldürtemez ama gider bu new york'un punk ortamlarına takılır sonra da eşcinsel olur, aids kapar ve 1986 gibi ölür. na buraya yaziyorum..







kezban peggy olson
: dizinin bir diger salagi da bu kadındır.. aslında o kadar salak olmasa da kendisinin 9 ay boyunca bazı şeylerden bir haber olarak dombileştiğini farkettigimde ben ayaga kalkip alkışladım kendisini. bravo dedim 9 ay anlamadin şimdi anlarsın.. zengin piçi pete cambpell ile takilir. daha ilk sahnesinde gidip don draper'a yavşamış don da "peggycim siksem kralını sikerim" tavri ile peggy'i dışlamıştır.

fakat işte allah yuru ya kulum diyor. bir lafi ile metin yazarligina adim atmiş, başarılı çalışması ve papaz ile yakınlaşması neticesinde (allahın yürü ya kulum demesini daha net duyuyor bu sayede) daha da yükselmiştir.. iyi bir kadındır aslında ama oyunu kurallarına göre oynamaya calismaktadir devamli. karakterinde yoktur cirkeflik ama o turuncu kafali aşifte gazi verdikçe "ara hakkını kızım" dedikçe davaroda kemal sunal'a gaz veren sosyalist işçi gibi, bu da cirkefleşir.

zengin piçi pete campbell: bu babasinin hatrina işi alan zengin piçi, babasinin başına bir iş gelince ne yapacagini şaşırmış cin olmadan adam carpmaya kalkmiş, peggy'i bafillemiş, ama nihayetinde işi yapmayı ögrenip sabretmesi gerektigini idrak etmistir. serinin başında acaip sinir bozucu bir karakter olsa da yillar geçtikte akillanip burnu sürtülünce sempatikleşmeye bile başlamıştır.. bir de mokor hastasi karısı olmasa "cocuk cocuk" diye tutturmasa daha mutlu bir eleman olacak ama işte eş dedigin cok önemli. vezir de ediyor rezil de nihayetinde. bak donald draper'in karısına ya da gay italyan'ın karısına.. paşa paşa oturuyorlar. hatta donald'ın ki otomatik pilota almis 3 senede bir doguruyor. hiç oyle "vay efendim cocugumuz yok" tribine girmiyor.. yazik üzülüyorum bazen bu şimdinin ezigi gecmisin zengin piçine..

kızıl sacli koca popolu joan holloway: peggy olmasa şirket durur. o kadar diyeyim ben. sekreterleri, calisanlari bu ceki düzen eder. ayrica patron yarisi ile de 1 sezon boyunca kiristirmis sonrasinda da "evimin kadini olacagim" diye abaza bir doktora takilmis ondan da ebesinin hörekesini görmüştür.. dizinin yegane manhattanlilarindan biridir işini bilir, işini bilmekten öte öyle var olmaktan ziyade bir şansı yoktur. öyledir o marilyn monroe'dur.. kadın erkek herkesin onda gözü vardir ama kendisi devlet gibi nesrin sipahi gibi bir kadın olduğu için kimse kendisini üzecek bir şey yapamaz.. şahsen ben kadın olsam tamamen joan gibi olmak isterdim. erkeklerin dünyasında olmayan ama erkekleri kendi isteklerine göre şekillendiren bir kadın..

uçkur düşmanı patron yarısı roger sterling: bu adamı yaptığı cinsel tacizler yüzünden hapse atsan hakime "hakimim sen eve meyve alsan, ilk tadan olmak istemez misin?" der bi de üste cikar. adam bu ugurda kalp krizi geçirmiş, türlü badireler atlatmıştır ama yine de doymamıştır. en sonunda dizinin 3. güzel kadını olan sekreter ile takilmiş icabinda ona bir de yüzük takmistir.. böyle de garip bi adamdir.
(dizinin en güzel kadını. pete campbell'ın sekreteri hildy)

bunlar disinda gay meyilli italyan ressam ve hisli karısı, betty'e yazilan onun sacini alip koklayip duran, icabinda peggy'nin dert ortagi olan komsu oglu greg, alkol alinca civitan ve gördüğü ilk gözlüklüye vermekte hic bir sorun gormeyen dizinin en güzel kadını pete'in sekreteri, japon kültürüne hayran bir manyagi oynayan patron yarisi cooperi, herşeyi bilen ama hor görülen arap asansor gorevlisi, oraya buraya dergilere yazi gönderen ama otsbir çekmekten öte bir işini goremeyecegimiz muhasebecisi, başarısız reklamcı, bir köpegi sokaga birakacak kadar gaddar, karısı tarafından bile terk edilen duck'i, fermuari ile mozart calip sonra da altina işeyen peggy destekcisi metin yazari, dizinin en güzel 4. kadını olan yahudi patroniçe menkeni (ama evlisin don.. amaan neyse cük degil mi bu dercesine de sevisti ya adamla) ile ve burada ismini sayamadigim ama diziye binbir neşe katan insanlarıyla, karakterleri sahane bir dizidir mad men.

Cumartesi, Temmuz 11, 2009

haftanın şarkısı #28




kücükten beri, hep önümde bir iş varsa o işe kadar boş oturmayı tercih etmişimdir. mesela diyelim anlamsız bir şekilde duvar taşlanacak, veya şişe kırılacak ama ikindi namazından sonra yapılacak bu işlem, o zaman bom boş otururdum. ne bi kurbağa yakalardım, ne salçalı ekmek için anneme dil dökerdim. (çocukken acaip boş beleş bi insandım kabul ediyorum. michael jackson misali çalışmak zorunda kalmadım çocukkene. en fazla inşaattan bakır tel çaldım)

sonrasında daha ciddi bi adam olunca (hoşçakal ve kurbağalar için teşekkürler) bu daha ciddi bir sorun oldu. mesela öss'nin senesinde öss var diye hiç bir şey yapılmadı. her şey ertelendi. ertelendikçe ertelendi. o olacaktı, bu bitecekti, akşam dışarı çıkılacaktı o arada kitap okunamazdı bomboş oturulurdu..

ama şimdi şimdi farkediyorum ki,hayatı ıskalamayıp bir şeyler üreten adamlar her zaman iki şeyin arasına sıkıştırdıkları ile iş yapmışlar. en kralından hemingway, ya da bach, ya da nelson mandela (tam olarak neyin arasına neleri sıkıştırdıkları hakkında bi bilgim yok. ama araya sanat ve sosyal çevreden ünlü isimlerin adını sıkıştırınca daha ciddi bir yazı oluyor sanki)..

velhasıl bundan sonra böyle abi. araya bir şeyler sıkıştırıp yaşanabilecek şeylerden zerre kaçmak yok. uzak yola mı gidilecek mesela 6 ay sonra, bir sincap gibi yaşamayı seveceksin! bir sincap gibi aşık olacaksın.. razı olacaksın her şeye.. işte erkin koray bu sincaplık ile söylüyor (acaip bagladim) razıyım..


not: şarkıda vazgeçtim kirpikten kaştan arkadaş dediğinde sanmayın ki radyasyona maruz kalmış bir kadına gönül veriyor. sadece diyor ki "benim bu yaz gönül verdiğim kadın saçlarını kestirse aynı ilyas salman".. yanlış olmasın..

not2: sen de toprak oldun ya ava gardner.. oraya buraya oturmanla kaldın..

Cuma, Temmuz 10, 2009

Rıfat Ilgaz


oram buram ağrıdığından dolayı depresifleştiğimden unutmuşum ölüm yıl dönümünü.. 7 temmuzdu, 10 temmuz'da yazıyorum..

rıfat ılgaz (anadolunun yüce bir şairidir) ilk okudugum kelimelerin sahibidir.. dedem yoktu benim.. ikisi de benden evvel vefat etmisler.. birisinin gozlerine sahip olmusum digerinin de kanina.. ama gormedim işte ikisini de.. hos kendimi sansli hissederim bu konuda. kaybettigine üzülecegin iki insanin olmamasi güzel bir sey gelmistir 20'li yaslarimda..

ama cocukken, bayram tatilleri donusunde arkadaslarim dedelerinden aldiklari paralardan bahsederken buruk olurdum.. yalan degil.. dede isterdim o zamanlar. kardes degil de.. bi dedem olsun.. sean connery'i bellemistim kendime. ama uzakti. dediklerini orjinal sekilde anlamiyordum.. sinir oluyordum buna da..

8 yasindaydim sanirim. yavas yavas cin ali kitaplarindan, aysegüllerden siyrilip dogru duzgun seyler okumaya baslama zamanim.. ama okumaya niyetim yok benim.. barislarla sokakta top oynamak, oyuncak arabalarla otopark yapmak istiyordum.. bir cumartesi günü babamin iş yerinden verilen biletlerle tiyatroya gitmistik.. adi asagi yukari "uzaydan gelen dostumuz ve pinar süt" gibi aleminyum folyolu bir oyundu.. oyle ürkmüstüm ki oyundan, öyle sıkılmıstım ki bugun tiyatrolara karsi hevesli degilsem mutesebbisi bu oyundur.. sikildigim icin oyundan kacmis.. tiyatro salonunun altindaki kutuphaneye siginmistim.. cocuk kitaplari vardi burada.. babam beni dovmek icin en azindan dovmeyi eve saklamak icin ararken, raflarin arasinda süpper kapakli bir kitap gordum.. dün gibi aklimda

bacaksiz kamyon soforu.. hemen elime almis okumaya baslamistim ki kalles babam geldi.. kulagimdan tuttugu gibi aldi goturdu beni.. ama beni buldugunda kitap okumam hosuna gitmisti.. varyanti cikarken bir yandan bagiriyor bir yandan "ne okuyordun sen" diyordu.. 2 gün sonra bacaksizin tüm serisini almisti bana..

komur sobasinin yaninda bir tarafim yanarak diger tarafim donarak, muhabbet kusumuz mavişin sayfanin kenarina sictigi icin kizarak 1 kista okudum bütün serileri.. kamyon sürücüsü olmustu bacaksiz.. sonra okula gitmisti benimle birlikte, parali atlet olmus kosturmustu, tatil koyune gitmis üstelik bir de sigara kacakligi yapmisti..

ilk kelimelerimi ogrenmistim rifat ilgazdan. beni dizine oturtup kitap okumamisti belki ama, ben dinlemistim onu.. firlama oykuler anlatmis, cocuklugunda yaptiklarini yapmis, benim yaptiklarimi yapmis ve karsiliklarini gormustu.. dedem bilmistim o çinar yayinlarinin beyaz kapakli kitaplarinin arkasindaki siyah beyaz adami.. artik yazdigi her seyi okumak istiyordum. ama 9 yasinda vardim ya da yoktum..

bu arada hastanelere girip cikiyordum. yanimda sadece rifat ilgaz kitaplari ile.. kemalettin tugcu'nun oldugunu ogrendigim salak bi üslüpla öksüz civcivi okumustum mesela.. dedemin beni aglatmasini, boyle karamsar seyler yazmasini anlamlandiramamistim.. hayatim zaten yannizdi hastanelerde bir de dedem beni üzmemeliydi.. küstüm o vakit rifat ilgaza.. otobus camlarinda "rifat ilgaz imza günü, fuarda" yazilarini gormemezlikten geliyordum..

gitmedim yanina.. yil 1992'ydi.. annem babam goturelim dedilerse de "yieeaa bosverin" demistim.. sonra bir sene sonra bi yaz günü temmuzdu.. iyi hatirliyorum.. karpuz yerken, karsimdaki televizyonda da tas devri varken, saat basi olmus haberler girmisti..

"hababam sinifinin unutulmaz yazari rifat ilgaz, gecirdigi rahatsizlik neticesinde dün gece yarisi istanbuldaki evinde vefat etti".. ölümle ilk defa tanisiyordum... o güne kadar insanlarin asla tanimadiklari insanlar icin agladiklarini da gormemistim acikcasi.. bana tanimadigim bir insan icin aglamayi ogretti rifat ilgaz.. sivasta arkadasi asim bezirci ye olanlardan yüregi sikildigi icin vefat etmisti rifat ilgaz.. dedem.. bana ülkemin durumu icin ölesiye üzülmeyi ogretti..

sonra kostum.. anlamsiz kendi capimda kuskunlugumu bitirerek.. hemen pijamalilar kogusunu buldum kutuphaneden.. cocuklarin kutuphanesi degil ha.. büyüklerin kütüphanesinden.. sonra apartman cocuklari, karadeniz in kiyiciginda bir kadin icin heyecanlanmayi ogrenmistim.. pipinin neden oyle garip oldugunu olcay abla yanagimdan optugunde.. büyük adam gibi hastalanmayi ogrenmistim.. icki icmenin sonuclarini da..

ilk kelimelerimi rifat ilgaz'la ogrendim ben.. annemin, babamin bana annatmadiklarini anlatmayacaklarini rifat ilgazla.. hayatin boktan anlarinda komik olmanin insani saygin kilabilecegini de.. 15 senedir nur icinde yatiosundur işallah dedem..

bana tavuk diyemessin anladın mı?


gece uyumadan önce taktım geleceğe dönüşün dvd'sini o mırıl mırıl zamanda yolculuk yapsın da ben de uyuyayım diye.. ama aklima geldi buraya yazmadan geçemedim.. bugun gelecege dönüsü tekrardan cekme sansim olsa iu korkak tavuk sahnesini, aşağıdaki şekilde değiştiririm

-yoksa korkuyor musun mcfly
+haha gidiyorum ben tennon seninle ugrasamam
-korkak tavuk

(cool bakisla geri dönüs)

-senin gelmisini gecmisini gelecegini sikerim tennon.. sülaleni sikerim piç!

boyle daa bi delikanli oluyor daha bir samimilesiyor. arkadan da veririz ezan sesini. yerellestiririz. hell yeah.

Pazartesi, Temmuz 06, 2009

Ada basını


oldum olasi özenmişimdir yurt dışı temsilciklerine.. yasemin congar'in miymiyiniz, yorgo kirbaki'nin tatil havasini, reha erus'un bohemligini.. hatta reha muhtara bile özenmişligim var dış haberler kivaminda..

işte böyle yeni bi blog yaptik. dış haberler servisi kivaminda "ada basını" adında.. dünyada neler olmuş bitmiş anlatmak istiyoruz insanlara. hap gibi böyle. madem biz okuyoruz bilgileniyoruz sizi de bilgilendirelim. çin neresi, sincan neresi, iranda neler oluyor, obama öyle dedi ama niye dedi tarzinda bir blog.. okumak bilgilenmek için

http://adabasini.blogspot.com

6 temmuz kararları


Kendim hakkında direk kararlar almak istediğim bir pazartesi bugun.. buraya da madde madde yazilsin da unutulmasin.

1. her gün aklima bir şey gelsin gelmesin 6000 karakterlik yazi yazilacak. bunu zamanında haldun taner yaparmiş. güne 7 gibi başlar 6000 karakter yazmadan kalkmazmış. bir marti sesinden bahsedermiş bazen, bazen keşanli ali destanini yazarmiş.. her zaman bir halt yazacagimdan degil yani. sadece yazma disiplininden. gerci 6000 diyince kendimi kötü hissettim simdi.. 3000 karakter iyi bence. dah 25 yaşındayim kendimi türk edebiyatinin ve tiyatrosunun deviyle yaristiramam ki degil mi? hem bir kere insan kendisiyle yarismali önce..

2. gece saat 12 bilemedin 1 gibi yatilacak sabah 8 de kalkilacak.. yoksa uykusuz kaliyorum. sonra "vay efendim merve benim niye suratim şiş dombili gözüküyorum oysa vucudum şekilli.." olmuor işte..

3. ayda bir doktora gidilip ilaç yazdirilacak. ilacim bitti bir zamazingo olursa göte gelme şansim var. kendimi bu yüzden sadece açık ögretim programi gösterebilecek, mazallah başka birşey gösterse heyecanlanip bozulacak bir televizyon gibi hissediyorum.. 3-4 gündür zaten agzim kan bi şekilde uyaniyorum uykudan. bi de kahverengi yaprak şekilleri olan bir nevresim takimi kullanmisim. tam agzimdan kan akmis gibi duruyor.. sabah sabah sahane panik yaptim..

4. günde bi film izlenecek. aman çok yorgunum, terliyim falan denmeyecek bir şekilde izlenecek. rabbim film izle diye 10 inchlik komputer, cep telefonu, ipod falan vermiş sana bunlari degerlendir degil mi adam?

5. para kazanmak için bir şeyler yapilip deep purple konserine gidilecek.. sonrasinda lise arkadaslarimdan dinlenmeyecek vay efendim süper konserdi falan diye. paşa paşa gidilir paşa paşa gelinir.. nie istanbuldaysa bu konserler. izmir halki süperlig e aç olduğu gibi rock konserlerine de aç.. farkinda degiller..

6. dergilere yazilar bir an evvel gönderilecek.. öyle son gün yaparim aman daha vakit var denmeyecek. biraz türklükten uzaklasayim arkadas. tamam nihayetinde türk geni var kanimizda, bir işi son dakkaya kadar yapmayip son dakka en iyisi yapilir ama bu da bi can yahu. insan strese giriyor..


şimdilik 6 temmuz kararlarim bu kadar.. üüüüüüüüüüüüüüüüç! (çok sinir bozucu degil mi?)

Cumartesi, Temmuz 04, 2009

ben de brownie seviyorum ama hayvan gibi yemiyorum!

Bu sabah yine saat 8 gibi kalkmış nat. geo. etrafinda pineklerken karşılaştım bu hanım kızla.. allahım yarappim. 1-2 senedir bunlar böyle çok afedersiniz hayvan gibi brownie yiyorlar.. benim kizim yese böyle ağzına vururum "git edebinle ye" derim.. hayır hakket ben de seviyorum brownieyi ama böyle hayvan gibi yemiyorum arkadaş. yanında çayını koyuyorum, yavaş yavaş bi yandan
-evet hondurasta halkın honduras silahli kuvvetlerini yipratması hoş degil.. hic bir ulus yoktur ki tarihi honduras gibi kanla yazilmasin...

şeklinde entelektüel bir sohbet içinde bulunuyorum. şuna bak allaşkına.. ağzına bir yildirim düşse hayat döngüsü tekrar başlayacakmış gibi duruyor..

haftanın şarkısı #27

gecenin bir köründe, aşık olduğumuzda, sezen aksunun bir şarkisi dokundugunda, bir koku bir ses duydugumuzda direk eski sevgililer akla gelir ve son derece taciz edici mesajlar atariz ya.. simdi ben atmadim etmedim demeyin allaskina, hepimiz attik ve alfdik. eski sevgilisi olan insan, eski sevgilisi "her eve lazim" programinda calisiyor dahi olsa aklina düşürüyor bazen.. aşk dediğin pi sayisi gibi zira.. yillar geçse de 3 deyip kestirip atamiyorsun tüm o "seni seviyorum" demeleri.. hem geçmiş zamandır aşk nihayetinde.. aşığım diyen ya ahmaktir ya aşık değildir gözümde.. onun kalbindeki yokluğunu kaldıramamanın sesidir "çok aşıktım be abi" demeler..

işte bu green grass'da bu gecenin bi yarisi söylenen bir şarkıdır. ama biz mal gibi " seni çok özledim" diye mesaj atarken adam ne güzel demiş:

başını bir zamanlar kalbimin olduğu yere koy
tut toprağı altımdaki
yeşil çime uzan
bir zamanlar beni sevdiğini hatırla...

bana atsın bu mesaji, na buraya yaziyorum direk otobuse binerim, otobusun içinden biletleri olup olmadigini sorarim yanina giderim..

şarkı tom waits'in evet bu arada.. o buhranli sesiyle biraz korkutucu olabiliyor.. yani kalbimin bir zamanlar oldugu yer dedigin anda mesela hakketten kalbinin yerinde bir boşluk oldugunu, işinden ayrilip deccal olarak calismaya basladigini düşünüyorsunuz.. ama bu hanım kızlarimiz, öyle tatli öyle sahane soylemisler ki. insanin sımsıkı sarilasi, cimlerin üzerine oturup muzaffer biralar içesi geliyor..

Cuma, Temmuz 03, 2009

Altıok

şimdi benim buzdan bir döşekte
üç büklüm olmuş zavallı sevdam,
üşüyorsa ölesiye yalnızlıktan;
bil ki senin hep böyle güvensiz,
yaşamdan korkar oluşundan..

bu ülkede sigaradan önce mozaiklenecek şeyler var da.. neyse.. nur içinde yatsin.. her biri..

Perşembe, Temmuz 02, 2009

mozaik sigara



ya tamam zararli, içenler aci cekerek ölüyor, cigerleri simsiyah oluyor, kizlar onlara vermiyor falan tamam anladik da bilader tvde film izleme zevkimin agzina siciyor bu merete gelen yasaklar.. özellikle 50lerin filmleri falan varsa gecenin bir saatinde.. humprey bogart filmi izliyorsun, adamin yegane hikayesi sigara tutuşu ve suratinin orta yerinde mozaik.. sanki sigara ictigi anlasilmiyor.. "ulan bu duman nereden cikiyor" diye düsünüyor sanki insanlar.. mesela geçen woody allen filmi var (bkz: the curse of jade scorpion) film 1940lar gibi dünyanin en dumanli zamanında geçiyor ve sanki woody allen filmi degil, objektif programinda "sapik hoca" videosu izliyoruz.. illallah be..

kim akıl ettiyse bunu, muhtemelen mozaik fabrikası işleten bi akrabası var. (tekniğini bilmiyorum ben o buhunun, o mozagigin)

Çarşamba, Temmuz 01, 2009

Kabotaj Bayramı

osmanlı acaip liberal bir memleket olmaya calisip her seyi özel sektore hatta yabancilara birakinca memleketin sularini da yabancilara birakmışlar. vapurlari frenkler, plajlari ingilizler falan yönetir olmuş.. bakmış yeni cumhuriyet yönetimi halk denize giremiyor "siktirin" manasina gelen bi kabotaj yasasi cikarmis ve devletin tüm denizlerini türklere vermiş.. işte 1 temmuz bunun bayrami.. kışın akla gelmemis tabi bu yasa. kışın kim denize girer?